Open/Close Menu Ben gelmedim davi için, benim işim sevi için...

Osmanlı İstanbul’unda henüz buharlı gemilerin icat edilip denize inmediği dönemlerde mekânlar arası insan naklini sağlayan başlıca vasıtalar kayıklardı. Genelde bütün kayıklar, özelde ise saltanat kayıkları minyatür su sarayları olarak algılanmaktaydı. Ancak saltanat kayıklarının dışında kalan elçilik kayıkları, hususi kayıklar ve piyade kayıkları da tezyinat ve işlemeleriyle birer minyatür su sarayları görünümündeydi.

Başlığımızı teşkil eden “Boğaziçi’nde Minyatür Su Sarayları” ibaresi Şair Leyla Saz Hanım’a aittir. Leyla Saz Hanım Saltanat Kayıkları’nı tarif ederken “Yeryüzünde değil eşleri, benzerleri dahi olmayan birer minyatür su sarayları dense yeridir” ifadesini kullanmıştır.

Oryantalist Ressam Amadeo Preziosi’nin tablolarında Boğaziçi’nin minyatür su saraylarının nakışları ve ipek örtüleri göz kamaştırmaktadır. Preziosi’nin tablolarındaki kayıklarda, Türk oymacılık sanatının da eşsiz örnekleri sergilenmekte, bordalarının ve küpeştelerinin gayet zarif olarak süslendiği görülmektedir. Kalkık burunlarıyla da su üzerinde hızla yol alışları resmedilmektedir.

Kayıklarda kürekleri çekenlere hamlacı denir. Amadeo Preziosi’nin tablolarında kadın figürleri bolca yer almaktadır. Bu figürlerden birinde kayıkçının, kadınların rahatsız olmamaları için sağ veya sol omuz hizasından yan tarafa bakışı tasvir edilmiştir. Ayrıca hanımlar, kayığa binerken ya da kayıktan inerken öndeki hamlacı, hanıma elini değil omzunu uzatır, hanımlar hamlacıların omuzlarından kuvvet almış olurlardı. Hamlacıların kibarlıkları ve fiziki üstünlükleri incelmiş bir Boğaziçi medeniyetinin göstergesiydi.
Melling’in gravürlerinde (XIX. yüzyıl başı) ince uzun, çok kürekli, saraylı ve varlıklı insanlara ait kayıkların Boğaziçi’ne sanatsal bir güzellik kattığı görülür. Boğaziçi sahillerinin süsü olan bu kayıklar Osmanlı döneminde kullanıldıkları yerlere ve kullanan kişilere göre adlandırılırdı: Pereme, piyade, kırlangıç, pazar kayığı, ateş kayığı ve saraya özgü olan saltanat kayığı gibi.
Osmanlı Devleti’nde padişahların ve saray mensuplarının, Boğaziçi ve Haliç gezilerinde bindikleri teknelere saltanat kayıkları denirdi. Saltanat kayıklarının her biri süslemeleriyle yüzen minyatür saray görünümünde olurdu. Bu kayıklar, İstanbul’da Tersane-i Amire’de inşa edilirdi. Kayıklar, bindirme veya armuz kaplama tarzında yapılır, özel olarak biçimlendirilir ve süslenirdi. Uç kısımları helezonik kıvrımlı baş şekilli kancabaş, ileriye doğru mahmuz şeklinde uzamış baş şekilli kemanebaş veya bordalarında hilal şekilli kabartmalar tüm bu koleksiyonu, dönem ve üslup olarak birbirlerinden ayırırdı.

Saltanat kayıklarının bütün gövdeleri süslemelerle kaplı olup, bunlar baş ve kıç tarafında en gösterişli hallerini alırdı. Saltanat kayığının baş tarafında güç ve egemenliğin sembolü olan kanat açmış kartal figürü bulunurdu. Kayığın kıç tarafı kırmızı çuhadan sırma saçaklı bir sayeban (gölgelik) ya da tak ile örtülü olur, padişah burada otururdu. Bu tak veya köşklerin içi sedef, kaplumbağa kabuğu, fildişi ve abanoz kaplı turkuaz taşlarla bezenirdi.

Boğazın en meşhur minyatür su saraylarından olan Sultan Abdülmecid’e ait 7 çifte Saltanat Kayığı armuz kaplama ve kemanebaş formundadır. 1850 yılında inşa edilmiştir. Dış bordürü yağlıboya çiçek motifleri, iç bordürü ve oturakları ise sedefli marketöri ile süslüdür. Baş kasara üzerinde gümüşten yapılmış kanatları açık bir kuş figürü ve önünde altın varaklı alem bulunurdu.

Sultan Abdülaziz’e ait 13 çifte köşklü saltanat kayığı armuz kaplama olup kancabaş formundadır. 1865 yılında yapılmıştır. Dış bordürde yağlıboya stilize yapraklar, kıç tarafta altın varaklı kabartma saltanat armaları ve bitkisel kıvrımlar vardır. Kıç bordanın üzerinde ajurlu bölme, iç bordürde kabartma bitkisel ve geometrik desenler vardır. Baş kasara üzerinde kanatları açık bir kartal, kıç tarafta da dört sütun üzerinde yükselen saltanat armaları bulunurdu.

Son Osmanlı sultanlarından Mehmet Reşat’a ait 10 çifte saltanat kayığı da armuz kaplama olup, dikbaş ve hilalkıç formundadır. Baş kısmında kanatları açık, ağzında inci taşıyan kuş figürü, kıç aynalıkta ise tuğra bulunurdu.
Boğaziçi’nin incelmiş sanat anlayışının ruhunu piyade kayığında görebiliriz. Hızla yol alan piyadeler çok hafif vasıtalardı. Piyadelere zarafetlerinden dolayı hanım iğnesi de denmekteydi. Piyadeler, genellikle iki ya da üç çifte kürekli olarak özellikle çok hafif olan ıhlamur ağacından yapılırdı. Bu teknelerin denize temas eden kısmına küherba yağı denen bir tür vernik sürülürdü. Piyadenin yan tarafına istenilen renkte ve kalınlıkta kuşak çekilir, kıç üstüne de muşamba kaplanırdı. Varlıklı kimseler daha çok piyadelere binerler ve kayığa Boğaziçi estetiğini yansıtan nakışlar işletirlerdi. Uzak yerlere kısa zamanda ulaşmak için yapılan ve zangoç adı verilen büyük piyadeler suyun üzerinde hızlıca kayıp giderdi. Boğaziçi Konuşuyor kitabının yazarı Cabir Vada, “Denize piyade kadar yakışan bir başka deniz taşıtı yapılmamıştır ve de yapılamaz!” diye belirtir.
Boğaziçi ve Haliç’in kenarlarında oturan halkın her gün İstanbul’a gidip gelmek ve alış-veriş malzemelerini taşımak için kullandıkları kayık ilk deniz toplu taşıma vasıtası da olan pazar kayıklarıydı. Bunlar 40–50 kişi taşıyabilen ve güvenli yolculuk yapmaya elverişli, çok süslü olmayan ancak Osmanlı estetiğini yansıtan yapılarda imal edilmiş kayıklardı.
İstanbul’daki yabancı elçilik görevlilerinin kullandığı elçi kayıkları tezyinat ve gösterişleri ile ülkelerinin Boğaziçi’nde yüzen birer minyatür su saraylarına benzemekteydi.
Boğaziçi’nin, Haliç’in ve hatta Marmara’nın daha birçok yüzen minyatür sarayları vardı. Bunlar; insan taşıyan peremeler, hayvan taşınan at kayıkları, odun ve kömür taşınan odun kayıkları, yangın söndürmek için kullanılan ateş kayıkları, kar ve buz naklinde kullanılan özel imal edilmiş buz kayıkları, kırlangıç kayığı, yılandili kayık, filikalar, futalar ve balıkçı kayıklarıydı.

Teri Sonman kayıkları, hazırlamış olduğu eserde güzel bir kadına benzeterek onlara “Su Yolunun Dilberleri” adını koymuş; Boğaziçi’nde kayıkların zarafetleri ve karşıdan karşıya geçerkenki hareketlerini suda dans eden dilberlere benzetmiştir.

İngiliz Amiral Adolphus Slade, kayıkları Boğaziçi ve İstanbul’a güzellik katan birer sanat eseri olarak belirtmekte; “Kayıkçı kalfaları, inşa ettikleri teknelerin narinliği ve suda akışıyla ün yapmışlardır” diye anılarında anlatmaktadır.

İstanbul sularının en gösterişlisinden en basit yapılmış kayıklarına kadar bütün kayıkları devrinin birer sanat eseri olarak, yüzen minyatür su sarayları gibi algılanmıştır. 1835 yılında İstanbul’a gelen İngiliz yazar Miss Julia Pardoe, saltanat kayıklarından tutun da en basit kayıklara kadar hepsine hayran kalmıştır. Kayıkların kalkık burunlarının akıntıya doğru batıp çıktığını gördükçe onları, parlayan tüylerini duru suyun içinde dinlendiren deniz kuşlarına benzetmiştir.

Write a comment:

*

Your email address will not be published.

© 2020 - Mehmet Mazak

logo-footer