Osmanlı Devleti’nin kurucusu Osman Gazi`nin son dönemlerinde 1323 yılında Göynük ve civarı fethedilerek Osmanlı toprağı olmuştur. Fetih edildiği tarihten günümüze Türk yurdu, Türk töresi ve Türk mimarisi ile şekillenmiş Anadolu’nun iki vadi arasındaki bu sakin şehri Göynük bize el sallamaktadır bulunduğu coğrafyadan.
Sahip olduğu doğal güzellikleri, kent dokusu, tarihi ve kültürel mirasını koruyarak sürdürebilir kılan Osmanlı kasabası Göynük, kendine has kent estetiği olan Osmanlı tarzı iki katlı ve cumbalı evleri, Arnavut kaldırımlı dar sokakları ile ülkemizin en seçkin mekanlarından biri olarak tarihi ipek yolu üzerinde “Tarih Bilinci” içerinde bizleri selamlıyor kuruluş döneminden buyana…
Göynük hakkında Dünyanın gelmiş geçmiş en önemli gezginlerinden birisi olan XIV. yy.ın ilk yarısında, 1333 yılında Tancalı Arap Gezgini İbn Battuta, Orhan Gazi ve Candaroğlu I. Süleyman Paşa zamanında Göynük, Mudurnu, Bolu, Gerede’den geçmiştir. Bu gezide İbn Battuta “Göynük Hisar memleketidir ki, Emir Umur İlidir. Askeri üç bin kadardır. Göynük Orhan Gaziye bağlı ,safran üretiminin yapıldığını yerdir” diye tarif eder.
Evliya Çelebi`de Göynük`e yaptığı seyahatte “8 mahallesi 2000 kadar evi vardır, ahalisi tamamen Türk`tür. 20 sıbyan mektebi varsa da medrese yoktur” demektedir.
Henüz Osman Gazi döneminde yurt yapılmış bu Anadolu toprağını önemli kılan geçmişte ve günümüzde birçok etkenleri sayabiliriz. Ama benim için bu buram buram tarih kokan, Türk mührünün vurulu, Anadolu irfanının görülebileceği bu kent çağının en güçlü devlet adamını, imparatorunu bir çırpıda terk ederek bu güzel topraklara yerleşen Akşemsettin Hazretleri nazarında değerlidir.
Akşemsettin Hazretlerini ve yaptıklarını bilirsek onun ne kadar büyük bir irfan ocağı sahibi olduğunu anlayabiliriz: Avârifü’l-maârif sahibi Şeyh Şehâbeddin Sühreverdî’nin (ö. 632/1234) torunlarından Şeyh Hamza’nın oğludur. Baba tarafından nesebi Hz. Ebû Bekir’e kadar uzanmaktadır. Kuvvetli bir dinî tahsil gördükten sonra Osmancık Medresesi’ne müderris oldu. Kaynaklarda aynı zamanda “tabîb-i ebdân” olduğu, devrinin iyi bir hekimi sıfatıyla da şöhret kazandığı ve tıbba dair eserleri bulunduğu belirtilen Akşemseddin’in, tıp tarihinde ilk defa mikrop meselesini ortaya atmak ve hastalıkların bu yolla bulaştığı fikrini öne sürmekle, bu alanda kesin bilgiler veren Fracastor adlı İtalyan hekimden en az 100 yıl önce bu konuya ilk temas eden tabip olduğu kabul edilmektedir.
Tarih araştırmacıları ve akademisyenlerin İstanbul’un fetih aşamasında Sultan Mehmed’in fethin gecikmesi dolayısıyla zor zamanlar sıkıntılar geçirdiğini belirtirler. Akşemseddin’in bu sıkıntılı anlarda zaferin yakın olduğu müjdesini vererek sabredip gayret göstermesi gerektiğine dair Fâtih’e yazdığı mektupların fethin kısa zamanda gerçekleşmesinde büyük bir tesiri olduğunu belirtmektedirler. Fetihten sonra Ayasofya’da kılınan ilk cuma namazında hutbeyi Akşemseddin Hazretleri okuduğu gibi, İslâm ordularının daha önceki kuşatmalarından birinde şehit düşmüş olan sahâbeden Hz. Ebû Eyyûb el Ensârî’nin kabrini de Fâtih’in isteği üzerine yine hocası Akşemsettin keşfetmiştir.
İstanbul fethi sonrası şehrin fatihi beyaz atına binmiş, ordusunun önünde şehre giren Fatih Sultan Mehmed Han vardır. İki yanında onu yetiştiren Akşemsettin, Mola Hüsrev ve Molla Gürani ile birlikte Istanbul’a giriyor. Türk Ordusunu karşılıyan Bizans şehir halkı yol boyunca dizilmiş, heyecanla ellerindeki çiçek demetlerini şehrin Fatih’ine sunmak için ileri atılıyor.
Şehir halkı akl-ı selim ve vakur duruşuyla Sultan sanıp çiçekleri Akşemsettin hazretlerine sunmaya çalışıyorlar. Akşemsettin Hazretleri atını geri çekip göz ucuyla Fatih’i göstererek: “Sultan Mehmed odur, çiçekleri ona veriniz”, demek istiyor. Fatih Sultan Mehmed, çiçeklerle kendisine doğru yürüyenlere hocası Akşemsettin’i göstererek: “Gidiniz, çiçekleri gene ona veriniz. Sultan Mehmed benim, ama o, benim hocamdır”, diyerek ne kadar saygı ve hürmet gösterdiğini bu şekilde dost ve düşmana göstermiştir.
İstanbul’un fethinden sonra bir süre şehirde Zeyrek Camii çevresinde oturup ders veren Akşemseddin Hazretleri çağ açıp çağ kapatan Fatih Sultan Mehmed’in yani padişah ve imparator’un sarayından, şehrinden müsaade isteyerek ruhunu arındırıp, gönlünü dinlendirebileceği, müritler yetiştirebileceği bir yer arar ve GÖYNÜK’te karar kılar. Osmanlı’nın kutlu yürüyüşünde ilk fetih edilen yurtlardan biri olan bu topraklar; Akşemsettin Hazretlerinin İmparator-Sultan-Saray-Savaş-Payitaht-Debdebe-Kalabalık-Keşmekeş kelimeleri içerinden süzülerek yüzyıllar sonra bir mucize gibi bu şehir Uluslararası Cittaslow Birliği tarafından Göynük, evrensel eleme kriterlerini yerine getirerek “Sakin Şehir” seçilmiştir. Akşemsettin Hazretlerinin ruhunun arınacağı gönlünün dinleneceği asude bir liman olarak asırlar önce boşuna bu şehri seçmediğini bütün dünya görmüş oldu. Ne diyoruz o zaman gücü ve iktidarı terk eden dervişin şehri Göynük. Akşemsettin’in dingin ve sakin şehri Göynük.
15 yıl boyunca burada Göynük’te yaşayan Akşemsettin Hazretleri burada vefat etmiş. Fatih Sultan Mehmed çok sevdiği hocası için 1464 yılında burada Gazi Süleyman Paşa Camisinin hemen yanında bir türbe yaptırmıştır.
Akşemsettin Hazretlerinin yapmış olduğu bu gücü ve iktidarı terk ediş, gerçek güç ve iktidara erişme yöntemini bugün günümüzde hangi hoca ve bilim adamı yapabilir bu konuda sizleri düşünmeye davet ediyorum.
Gazi Süleyman Paşa Camii; Orhan Gazi’nin oğlu Gazi Süleyman Paşa tarafından 1331-1335 tarihleri arasında, tek şerefeli, tek minareli ve tek ahşap kubbeli olarak inşa edilmiş olup, zamana dayanamayarak yıprandığından bugünkü cami Sultan II. Abdülhamid’in emri ile yaptırılmıştır. Kesme taştan dikdörtgen planlı olan cami geç devir mimari özelliklerinde ahşap tavanlı ve tek minarelidir.
Anadolu Türk mimari ve mührünün vurulu olduğu, kendine has vadiden tepeye doğru yükselen mimari çizgisi ve cumbalı evleri ve konakları ile Göynük; bugün Gazi Süleyman Paşa Camii ve Hamamı ve Akşemseddin Hazretleri Türbesi çekim merkezi olarak şehri ihya etmeye devam ediyor.
Göynük günümüzde Cuma, Çeşme, Hacı Abdi, Kepkebir, Sofu Ali, Yenice Mahallerine dağılmış, Akşemsettinoğlu Konağı, Türksoylar Konağı, Hacı Ali Paşa Konağı, Gürcüler Konağı, Sofular evi, Bayındırlılar evi, Geredeliler evi ile tarihe tanıklık etmenin mutluluğunu yaşayan bir kent. Bu kentin ara sokaklarında Arnavut kaldırımı ve asfalt döşeli yollarında her an karşınıza Akşemsettin hazretleri veya müritlerinden biri çıkmasa da onların manevi izleri bu topraklara remz olmuş ve kokusunu taşımaktadır.
Göynük’ün en yüksek yerinde bulunan ve simgesi haline gelen Zafer Kulesi’ne çıkıp şehri temaşa ettiğinizde vadinin içinden, taraçalı ve cumbalı percerelerden, aşı boyalı evlerinden, Arnavut kaldırımı döşeli sokaklarından Zafer Kulesi’ne size doğru manevi bir huzurun yükseldiğini hissedersiniz. İşte bu hissettiğiniz huzur Akşemdettin’in manevi mirasına sahip, medeniyet tasavvuruna sahip çıkanların hissedeceği bir iklimdir.
Ne mutlu bu ilk Osmanlı yurtlarından olan Göynük’te her yıl Mayıs Ayı’nın son haftası Akşemsettin’i anma etkinlikleri düzenlenir ve sevenleri onu manevi ikliminde yalnız bırakmazlar.
Write a comment: