Open/Close Menu Ben gelmedim davi için, benim işim sevi için...

Bir Türmen Oymağı Ayaş

Yetmişli yılların sonunda Akdeniz’in cömert kolları arasında mavi sulara batırıp çıkardığı şirin şipşirin bir sahil köyü olan Tırtar İlkokulu üçüncü sınıfta okuduğum dönemde Fatma Güzel öğretmenimizin bizlere ezberlettiği;

“Ayaş Yollarından Aştım Da Geldim
Boyunu Boyuma Ölçtüm De Geldim
Güzeller İçinden Seçtim De Geldim

Yandım Allah Yandım Yandırma Beni
Seviyorum Diyerek Gandırma Beni
Derin Uykulardan Galdırma Beni

Ayaş Yollarında Kervanın Mı Var
Beni Öldürmeye Fermanın Mı Var
Ağlamaya Sızlamaya Dermanın Mı Var”

Devam edip giden bu türküyü çok sevmiştim. Bu türkü benim yöremin bildiğim, tanıdığım bir yerin türküsüydü diye düşünürdüm. TRT’nin dışında özel radyoların olmadığı bu dönemde; Neşet Ertaş’ın  hapse düştüğü bir zamanda Çukurovalı Yaşar Kemal’in ona yolladığı imzalı “İnce Memed” kitabının girişine yazdığı “bozkırın tezenesine selam olsun, geçmiş olsun” ifadesi daha sonraki yıllarda hakikaten Bozkırın Tezenesi olacak olan Büyük Usta Neşet Ertaş’tan dinlediğim “Ayaş Yolları” türküsü beni Tırtar köyümüzün komşusu olan Akdeniz kenarındaki Roma dönemi tarihi kalıntıları ile ünlü Ayaş Köyüne götürürdü. 1989 yılında Ayaş ve Tırtar köyü birleşerek Kumkuyu adında bir belde kurularak Belediyelik olduğunu da burada belirtmek isterim. Fakat daha sonraki senelerde hızla büyüyen Ayaş Tırtar’dan ayrılarak Ayaş Belediyesi adında müstakil kasaba olmuştur. Günümüzde ise Erdemli ilçesine bağlı turistik bir mahalle olarak varlığını devam ettirmektedir.

“Ayaş Yolları” uzun seneler bana komşu köyümüz Ayaş için yazılmış ve söylenmiş bir türkü tadı verdi. Daha sonra ortaokul ve lise yıllarımda Ankara’nın Ayaş diye bir ilçesi olduğunu öğrendiğimde bile nedense türkü bana yanı başımdaki komşum Ayaş’ı hatırlatmaya devam etmişti. 

1996 yılından itibaren İstanbul’dan Mersin’e gidiş dönüşlerimde güzergâhım (Akyazı-Mudurnu-Nallıhan- Beypazarı-Ayaş- Sincan)   üzerinde yer alan Ankara’nın Ayaş’ını defalarca gezmiş, görmüş biriyim. “Ayaş Yolları” türküsünün bizim Ayaş için yazılıp söylenmediğine şahitlik etmiş olmama rağmen bizim Ayaş’ımız ile Ankara’nın Ayaş’ı arasında bir tını, bir ilmek, bir doku uyuşması olduğunu hissetmişimdir daima… Ama nedir bu ortak tını bilmiyordum…

Bu makale için hazırlıklara başlayıp araştırma ve okumalar yaptığımda iki Ayaş arasındaki ortak tınının bin yılına yaklaşan ayrılığa rağmen kan bağı olduğunu öğrendim. İçimdeki yüreğimdeki “Ayaş Yollarında” türküsünün sıcaklığını bir kez daha hissettim. 

Ankara’nın Ayaş’ı şehrin batısında şirin, küçük ve tarihi bir ilçedir günümüzde. Ankara şehir merkezine uzaklığı 57 km.’dir. Ayaş öztürkçe bir isimdir. “Parlak aydınlık gece” demektir. Ayaş bir Türkmen oymağı adı olup, Oğuz Türklerinin Bozuk Kolu, Gün Han Oğulları, Bayat Boyu, Barak obasına bağlı bir oymaktır.

1071 Malazgirt Savaşı’ndan sonra Anadolu’ya giren Türklerin bir kolu olan Süleyman Bey komutasındaki Selçuklu Ordusu 1073 yılında, Doğu ile Batı ülkelerinin çeşitli merkezlerini birbirine bağlayan yol üzerindeki beş büyük piskoposluk merkezinden biri olan Mnizos’u fethederek, buraya Ayaş Oymağını yerleştirmiştir. Ayaş ve civarında Bayat, Afşar, Peçenek ve Kargın gibi Oğuz Boylarına ait isimleri taşıyan yerleşim bölgelerinin mevcut olması bu tezi güçlendirmektedir.

Araştırma ve okumalarımda gördüm ki, Ankara yakınlarına yerleşen bu Türkmen Oymağının bir kolu Toroslar Dağlarının mümbit eteklerine ve  sarp yamaçlarına, bir kısmı ise  Mersin Silifke karayolu üzerinde Paşabeyli bölgesine yerleştirilmiş olup günümüzde Ayaş beldesi olarak bilinen bölgedir. Bu Ayaş Oymağının insanları Kızkalesi, Kızılisalı, Kızılbağ gibi günümüzde  Mersin Ayaş’ının komşuları olan beldeler ve Mersin il sınırları içindeki yerleşim yerlerine çadırlarını kurmuşlardır zamanında. İşte bu Türk oymağının bir kısmıda Mut Çukurköy, Bolkar Dağı Pınarbaşı Yaylası, Konya Kızılviran Köyüne yerleşmiş olup, yine bir kısmı da Gaziantep ve Suriye’nin Halep şehri civarında yaşamaktadırlar.

Ayaş ile ilgili yaptığım araştırmalarda “Ayaş kelimesi günümüzde ülkemizin Toroslar bölgesinde yaşayan Türkmen oymaklarından birinin adı olarak kullanılan Türkçe bir kelimedir” şeklindeki ifadelere rastlamış olmaktan son derece bahtiyar olduğumu belirtmeden geçemeyeceğim. 

Ayaş dört tarafı sarp bir vadinin içine kurulmuş, bozkır havasını soluyarak büyüyen Türkmen oymaklarına göre ufku daraltan bir bakış açısına sahip bir yerleşim yeri olarak görüyorum ben burayı. Evliya Çelebi Seyehatnamesinde tıpkı benim tarif ettiğim gibi ne güzel anlatır Ayaş’ı; “Ayaş Engürü sancağı hakiinde Harameyn evkafıdır. Darüssaade Ağası tarafından zaptolunur, yüzelli akçelik kazadır. Kalesi haraptır. Kethüda yeri vardır. Bin hane on mihrabdır. Çarşı içindeki cami ve mescid ve han ve hamamları, hünkâr hamamı, sük-i muhtasarı müferrihtir. Câbecâ bağ ve bahçesi vardır. Lakin dere ve tepeli yerde vaki olmakla havası sakiledir. Amma şehri mamur ve cevanib-i erbaası bayırlıdır.”  

Anadolu Selçukluları zamanında Ayaş ilçe merkezine, civar ören yerlerine, mezralara, yaylalara ve çiftliklere yerleşen Türkmenler, köyler kurar. Horasan meşrepli “dede” ve “baba”ların kurduğu zaviyelerle bu bölgeyi yurt edinirler. Özellikle ilçe merkezinde bulunan şifalı suyun olduğu bölge olan “Karakaya” mevkiine yerleşirler, kale ve kaplıca inşa ederler. Daha sonraki yıllarda “ahiler” Ayaş köylerine yerleşir ve çiftlikler kurar. Anadolu Selçuklularının zayıflaması sonucu bu bölgeye bir müddet “Germiyanoğulları ve “Candaroğulları” hakim olur. 1354 yılında da Orhan Gazi’nin oğlu Gazi Süleyman Paşa tarafından buralarda Osmanlı hâkimiyeti kurulur. 1523 tarihli Tahrir Defteri’nde ise Ayaş kazasının 7 mahallesi, 66 köyü ve 16 mezrası mevcut olup, nüfusu 13.563’dür.

 

Mimari ve kültür mirası yönünden de zengin olan Ayaş,  Selçuklu ve Osmanlı eserleri halen günümüzde işlevlerini yürütmektedir. Ulu Cami, Karakaya Kaplıcası, Bünyamin Ayaşi Camii ve Türbesi, Sinanlı Ulu Camii, Paşa Hamamı, Kilik Camii, Şeyh Muhiddin Camii, Aktaş Camii ve sayısız çeşmeleri bu eserlerin bazılarıdır.


Bünyamin Ayaşi hazretleri, Kesikbaş Sultan, Yavuzana Sultan, Şeyh Zekeriya, Şemsi Dede, Deynekli Dede, Toprak Dede, Sıtma Dedesi, Ahmet Dede, Um Um Dede, İskender Dede, Gözpınarı Dedesi, Veli Dede, Kasımoğlu türbeleri de Ayaş’ın manevi dinamikleri arasındadır.

Ayaş, Osmanlı döneminde ünlü şairler, edipler, mutasavvıflar, âlimler, askeri ve idari yönetici yetiştiren bir merkez olmuştur. Denilebilir ki Osmanlı döneminde Ankara kazaları içinde “ilmiye” ve “askeriye” sınıfına insan kaynağı yetiştiren kazaların başında gelmiştir.

Veziriazam Nişancı İsmail Paşa, Esad Muhlis Paşa, Sadullah Paşa, Ayaşlı Şa‘bân Şifâ’î, Ayaşlı Şair Şakir Efendi ilk akla gelen ünlülerindendir. Ayrıca 1930 yılında Viyana Büyükelçisi devlet adamı ve şair Sadullah Paşa‘nın oğlu Nusret Bey ile evlenerek  soyadı kanunu çıktıktan sonra 1934 yılında Ayaşlı soyadını alan Münevver Ayaşlı, Ayaş’ın gelinidir.  Beylerbeyi’ndeki Sadullah Paşa Yalısı Ayaşlı bir kişi olan Sadullah Paşa’nın ismi ile anılan Ayaşlı soyadı ile Nusret ve Münevver Ayaşlı’ya ikametgâh olmuş başlı başına bir Ayaş markasıdır.

Bir kültür tarihi araştırmacısı ve meraklısı olarak Ayaş ile ilgili şu soruyu sormadan geçemeyeceğim. Ayaşlı bir Türkmen ailenin çocuğu olan ve Osmanlı devlet idaresinde birçok görev yaptıktan sonra Veziriazamlığa kadar yükselen Nişancı İsmail Paşa doğduğu topraklarda ne kadar tanınıyor ve karşılık buluyor?  Ayrıca Ayaş müftüsü Hasan Efendi’nin oğlu olarak dünyaya gelen Osmanlı devlet idaresinde valilik yapan, idareciliğinden ziyade  sanatçı tarafı ağır basan aile şeceresi Bayrâmiyye-i Melâmiyye büyüklerinden Bünyâmin Ayâşî’ye kadar çıkar hattat ve şair Esad Muhlis Paşa’nın sanat anlayışı Ayaş’ta ne kadar karşılık buluyor? Bırakalım Ayaş’ı Ankara’da ne kadar biliniyor ve yolu takip ediliyor? Esad Muhlis Paşa’nın oğlu Sadullah Paşa üzerinden bir Ayaş algısını yükseltmek gerekmez mi? Allah’dan Beylerbeyi’ndeki yalıda Sadullah Paşa’nın oğlu Nusret’in zevcesi Münevver Ayaşlı gibi bir kültür ve medeniye birikiminin taşıyıcısı yaşamış da Ayaş ilçesine “Ayaşlı” soyismi ile mührünü vurmuştut diye düşünüyorum. Ayaş’ı yönetenler Münevver Hanımefendi üzerinden bile kültür fideleri ve tohumları ekseler, medeniyet diye hasat kaldırırlar…

Ayaş günümüzde kaplıcaları, sebze ve meyveleri ile Ankara’ya hizmet eden, tarihinin derinliklerinden gelen  kültür, medeniye ve sosyalliğin sesini duyup tam olarak idrak edip anlayamadığı için tıpkı ceviz kabuğunun içine haps olmuş bir insan misali, zincirlerini çözüp ceviz kabuğunun dışına çıkacağı ve at nallarının sesinin yankılanacağı günleri bekleyen bir Türkmen Oymağı olarak bekler durur tepeler arasında…

Write a comment:

*

Your email address will not be published.

© 2020 - Mehmet Mazak

logo-footer