Open/Close Menu Ben gelmedim davi için, benim işim sevi için...

Hayatımın beşte üçü doğduğum büyüdüğüm şehrim Mersin’in dışında geçti benim. Şehrimden, ilk göz ağrımdan ne kadar uzak mesafede de olsam da gönül ikliminde şehrimin havasını teneffüs edip, soğuk pınarlarından su içip, Torosların soğuk rüzgârlarını ve karayelini şakaklarımda hissetmişimdir her daim.  Çocukluk ve gençlik yıllarımın limon kokulu hatıralarında, bir Akdeniz insanı olarak şehrime ve köyüme karşı hep muhabbet beslemişimdir. 

Hemşerimiz Ümit Yaşar Oğuzcan’ın ifadesi ile; 

“Günlerim ne iyi geçti Mersin’de, 

Alabildiğine deniz, sonra sen… 

Bir daha dünyaya gelirsem eğer, 

İsterim ömrümün her senesinde
Günlerim hep böyle geçsin Mersin’de” 

Dizelerinin geçmiş Mersin hatıralarımın bende şehrime karşı sevgi ve şehir bilincinin oluşmasında ne kadar büyük tesir ettiğini yıllar geçtikte daha iyi anlıyorum. Gurbeti yüreğinde harmanlayan biri olarak Mersin şehrine karşı sevgimi ilk aşkım olduğunu, ancak kavuşamadığım bir sevgili edasında “yarım kalan sevdamız” şeklinde dile getirmekteyim.

1990’ın henüz başında Mersin’den İstanbul’a okumak için gelmiş ve okul sonrası iş hayatıyla birlikte sevgilisine kavuşmuş bir aşık misali İstanbul’u mesken tutmuş biri olarak o günden bu yana uzun yıllar seneler geçse de ömrümüzden, doğup büyüdüğümüz şehre olan özlem ve sevgimiz hiç eksik olmamıştır.

Mersinli kimdir? Mersin şehir ruhu kimlerde vardır? Mersinlilik bilinci ve kültürü nasıl bir şeydir? Bu soruları çoğaltabiliriz.

Yaklaşık otuz yıldır İstanbul’da yaşayan bir Mersinli olarak binlerce hemşerimiz ile yüz yüze görüşmüş biri olarak üzülerek ifade edeyim ki, Mersinlilik bilinci ve kültürümüz çok zayıf bulunmaktadır. İstanbul’da karşılaştığınız bir Mersinli hemşerinize nerelisiniz diye sorsanız Tarsus’luyum, Erdemli’liyim, Silifke’liyim, Mut’luyum, Gülnar’lıyım, Anamur’luyum vb. ifadeleri duyacaksınız kulaklarınızla. Hâlbuki başka bir bölge ve şehirde iseniz önce Mersin, sonra ilçe ve kasaba söylenmelidir. Mersin, doğup büyüdüğümüz baba ocağının öznesi olmak zorunda sonra ilçe, kasaba ve köy gelmelidir.

İstanbul’da yaşayan Tarsus, Silifke, Mut, Anamur ve Gülnar’lılar öncelik olarak Mersin değil ilçelerinin adını söylemektedir. Son yıllarda buna Erdemli’lilerde uymaya başladılar.  1990’lı yıllardan bu yana bütün kimliğim ve benliğimle her yerde ve her platformda Mersinli kimliğimi öne çıkarmadan ve şehrimin ruhunu bulunduğum ortamlara taşımaktan mutlu olmuşumdur.

Aynalı Göl Mağarası,  Alahan Manastırı, Yerköprü Şelalesi, Kızkalasi, Cennet Cehennem, Kayacı Vadisi, Klopatra Kapısı, Ashabulkeyf Mağarası, Namrun Yaylası… buralar Mersin’imizin ruhu ve kültürü yansıtan yerler olarak önce Mersin şehrinin sonra bulunduğu ilçe, kasaba ve köye ait değerlerdir. Değerlerimizi ve kıymetlerimizi küçük düşüncelere hapis etmememiz lazım.  

Evet tarihsel ve kültürel derinlik olarak Mersin ismi Tarsus, Silifke, Mut, Anamur ve Gülnar’ın gerisinde olabilir, velakin bu ilçelerin idari merkezi olarak Mersin özne olmayı gerektiriyor. 1933 yılından itibaren şehrin isminin “İÇEL” olmasından dolayı uzun yıllar Mersin ismi arka planda kalmış, bütün coğrafyayı kucaklamayan bir statüde kalmıştır.  28 Haziran 2002 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan 4764 sayılı Kanunla İçel ismi yerine bütün şehrin coğrafi alanlarını kapsayacak isim olarak Mersin denmiştir. Dolayısı ile bulunduğumuz her mekân ve toplumda Mersin kimliğini, kültür ve medeniyetinin temsilcisi olduğumuzu ifade etmekten kaçınmamalıyız.

Bölgemizin halk ozanı Karacaoğlan bir deyişinde şöyle der;

“İndim seyran ettim Firengistan’ı

İlleri var, bizim ile benzemez

Levin tutmuş goncaları açılmış

Gülleri var, bizim güle benzemez”

Mersin kendine has kokusu, dokusu ve folklorü ile hiç kıyaslanamayacak bir tarzı olan şehir olarak karşımıza çıkar. Karacaoğlan asırlar önce söylemiş bunları, biz bugün tekrarlıyoruz bu sözleri.

Her şehrin, her ülkenin, her toplumun kendine has dokusu ve kültürü vardır amma Mersin’in ılık Akdeniz ve sert Toros iklimleri ile melezleşmiş bir kendine özgü değerleri, kültürel biçimi ülkemizin hiçbir şehrinde göremeyeceğiniz bir zenginlik olarak karşımıza çıkar.

Karacaoğlan bir başka şiirinde;

“Çukurova bayramlığın giyerken
Çıplaklığın üzerinden soyarken
Şubat ayı kış yelini kovarken
Cennet demek sana yakışır dağlar” diyerek bu memleketin dünya cenneti olduğunu bizlere öğütlemiştir asırlar öncesinden.

Peki öyle ise Mersin ruhu ve kimliği diyoruz nedir bu şehirlilik kavramı?  Şehir kimliği; “şehir imajını etkileyen; her şehirde farklı ölçek ve yorumlarla kendine özgü nitelikler taşıyan; fiziksel, kültürel, sosyo-ekonomik, tarihsel ve biçimsel faktörlerle şekillenen; şehirliler ve onların yaşam biçiminin oluşturduğu; sürekli gelişen ve sürdürülebilir şehir kavramını yaşatan; geçmişten geleceğe uzanan büyük bir sürecin ortaya çıkarttığı anlam yüklü bütünlüktür” diye tarif edilmektedir.

Her şehrin kendisine has sosyo- ekonomik, mimari ve kültürel yapısı vardır. Mersin’in Amanur ile Tarsus arasındaki Akdeniz sahili boyunca uzayan sıcak kanlı insanları ile Torosların sırtında ve eteğine tutunmuş sert mizaçlı hırçın güzel insanları arasında bir sentez yapmak zorundayız bu şehri ve içindekileri sevmek için. 

Uzun yıllardır gözümü açtığım şehrimden Toroslardan uzakta, İstanbul gibi dünyanın en güzel şehrinde ve merkezinde yaşayan biri olarak Mersin şehrime, ,ilçelerime,  köylerime, dağlarıma ve denizime olan özlem ve muhabbetimiz bizi usandırmadı. Diyor ya Mersinli Şair “Yorgun değilim, seni beklemekten, seni düşlemekten, geçen günlerden”

Şehrime olan bağlılığımı, sevgimi ve Mersin ruhunu yaşatmak için verdiğim mücadelemi ne güzel tarif etmiş Mersinli Şairimiz Özdemir İnce
“Bir kenti yaşamak ona boyun eğmektir sözleşmesiz, anlaşmasız, ne derse tek tek yapacaksın ,düşünmeden, direnmeden.”  Bizim şehrimize teslimiyetimiz budur dostlar. Mersin sevginizin daim olması ve bu ruhu yaşatmanız dileğiyle.

 

Write a comment:

*

Your email address will not be published.

© 2020 - Mehmet Mazak

logo-footer