Toros Dağları’nın eteğinde, Göksu Irmağı’nın iki yakasında kurulmuş kuzeyinde derin bir vadi, güneyinde mümbit ovası bulunan Silifke, bana
“Yayla Yollarında Göç Kater Kater
Eşinden Ayrılmış Bir Palaz Öter
Ötme Palaz Ötme Seni Tutarlar
Tutarlar Da Dar Kafese Katarlar” türküsünü hatırlatan bir şehirdir. Annemin dayısı Doklu Dedemiz vardı çocukluğumda birlikte inek otlatmaya gittiğimiz, bu “Yayla Yollarında Göç Kater Kater” türküsünü çok sever ve bizlere söylerdi.
Silifke denince aklıma ismim gelir hemencecik. Babamın ismi Mehmet 1940 Silifke doğumludur. Silifke’de Sayağzı Mahallesinden yukarıya yaylarara doğru çıkan yola Akyokuş denir. Akyokuş yolu çok sarp, uçurumları olan ve meşakkatli bir yoldur yolcular için. İşte bu Akyokuş’ta benim doğumuma birkaç ay kala uçuruma yuvarlanan bir araçta babamların akrabalarından “Benli Mehmet” diye bir zat vefat ettiği için benim ismimi Mehmet koymuşlar. Bizim ailede Mehmet ismi çok ama çok önemlidir. Baba Mehmet, Oğul Mehmet, oğul Mermet’in oğluda Mehmet oluvermiştir. Hatta dedenin diğer torunları arasında da Mehmet vardır. Hatta küçük kardeşimin ikiz oğlu olmuştur ve her ikisinin isminide Mehmet olarak koymuşuzdur. Mehmet bizim ailede Uğur Arslan’ın ifadesi ile “Mehmet… Bir halkın hikâyesi yani, Yeni günün solduğu beldeye, asırlar öncesinin bir yolculuk efsanesi.
Bir halkın ismi yani” Mehmet bizim ailenin ismidir vesselam.
Silifke şehri, ben doğmadan önce kaderin cilvesi olarak bana anlatılmaya başlanmış bir hikâyedir. Silifke bana, yaz aylarını yayları hatırlatır her daim. Çocukluğumda Akdeniz sahilinin sıcağından kaçarken ilk uğrak yerimiz olurdu daima. Silifke denince “Sarı yaylam da seni yaylayamadım kar iken, yavru palazımı da avlayamadım tor iken” türküsü geliverir aklıma…
Silifke denince çocukluğumdan aklımda kalan abdalları gelir, Göksu gelir, Silifke Kalesi,Taşköprü gelir, Selçuklu yadiğarı Alaaldin Camii, Atatürk heykeli ve Hapishanesi gelir nedense… Daha sonraki 1990’lı yıllardan itibaren İstanbul’daki gurber hayatımda ise Silifke denince aklıma halk oyunları gelir öncelikle. Silifke’nin Yoğurdu, Ham Çökelek, Keklik, Türkmen Kızı türküleri ve oyun havaları ile gurbette sıla özlemini yâd ettiğimi hatırlarım.
Mustafa Özke’nin ifadesi ile Silifke’yi kendimle şöyle özdeşleştirmişimdir; “Ben kınalı kekliğim, sen düz ovamsın, Çıkrığımda sarkıttığım bakır kovamsın, Çökeleğimi sıkma yaptığım yuvamsın, Ben yörüğüm, sen ağamsın Silifke “
Türk Edebiyatı Dergisi, Temmuz 1977 yılında Şair Nafiz Nayır’ın kaleme aldığı şiirdeki ifadesi ile “Torosların burcunda, Bitmeyen mesafeler, Gözlerimin ucunda, Silifke duman duman…” diyor ya, şimdi sizleri burada Silifke’nin tarihi seyrine bir yolculuk yaptırmak istiyorum.
İ.Ö. VII. yy’da şimdiki Taşucu’nun olduğu yerde İonlar Holmi adıyla bir koloni kurmuşlardır. Korsanların devamlı baskın ve talanlarından dolayı gelişme ortamı bulamayan Holmi İ.Ö. IV. yy’ dan itibaren zayıflamaya başlamıştır.
Büyük İskender’in komutanlarından ve Suriye Krallığı’nın kurucusu Selefkos Nikator (İ.Ö. 312 – 281) Holmi şehrinin bu zayıf durumunu fırsat bilerek kolayca ele geçirmiş; halkını da kıyıdaki Holmi’den 12 km içeriye, bugünkü Silifke’nin bulunduğu yere nakledip yerleştirerek “Selefkos’un Şehri” anlamına gelen Seleukia kentini (İ.Ö. 300) kurmuştur. Bu, Selefkos’un kendi adına kurduğu 9 şehirden biri olup, varlığını ve yaşamını günümüze kadar sürdürebilmiş tek Seleukia şehridir.
Seleukia, Helenistik dönemde Selefkoslar ve Ptolomeos (Mısır) Krallıkları arasında sıkça el değiştirmiştir. İ.Ö. I. yy’da Romalıların yönetimine giren kent bu dönemde kale eteklerinden ovaya doğru yayılmış; İmparator Diocletianus (İ.S. 284 – 305) zamanında oluşturulan ve 39 kenti sınırları içine alan İsauria eyaletinin başkenti olmuştur. Roma İmparatorluğu’nun 395 yılında ikiye bölünmesinden sonra Bizans yönetimine giren Seleukia, Aya Tekla’nın varlığından dolayı Hıristiyanlığın önemli bir hac merkezi durumuna gelmiştir. Bizanslıların elinde iken 13. yy’da Selçuklular’ın; 14. yy’da Karamanoğulları’nın yönetimine girmiş; 1471 yılında Gedik Ahmet Paşa tarafından Osmanlı topraklarına katılmıştır. Başlangıçta Seleukia olan adı zamanla değişerek Silifke’ye dönüşmüştür.
Osmanlılar döneminde bazen sancak, bazen vilayet merkezi olmuştur. Kurtuluş Savaşı’ndan sonra İçel ili merkezi (1924 – 1933) olan Silifke, 1933’ten sonra İçel ilinin bir ilçesi durumuna getirilmiştir. Günümüzde ise Mersin ilinin bir ilçesi konumundadır.
Silifke deninde akla yoğurt gelir Naim Yılmaz’ın “Çocukluk Yıllarıma Özlem” şiiri eşliğinde Silifke’ye özlemimi sizlerle paylaşmak istiyorum:
“Aaah; çocukluk yıllarıma bir daha dönebilsem!
Tekrar yaşasam eski anıları,
Eski Silifke’yi, eski insanları, eski dostları…
Pazartesi, cuma sabahları,
Gitsem eski kasaplar çarşısına
Elimde çingille yoğurt almaya;
Seyretsem zevkle, bir uçtan bir uca sıralı, kadınlı-erkekli
Önlerinde; tulukla, çömlekle, çingille yoğurt satan köylüleri.
Çömelsem birisinin önüne,
Tuluğundan bocut bocut
Yoğurt ölçtürsem çingilime…
Eve döndüğümde,
Doldursam birazını sahana
Ya, anamın ”attığı” sıcak bazlamayla küreklesem,
Ya da fırından aldığım sıcacık somunu bandıra bandıra
O çocukluk iştahımla
Bir yiyebilsem, bir yiyebilsem;
Aaah; çocukluk yıllarıma bir daha dönebilsem! ..”
Çocukluk yıllarıma dönmem mümkün olmayacak bunu biliyorum. Silifke isminin bende Mehmet’i çağrıştırmasınıda yaşadığım sürece asla engelleyemeyeceğimi de biliyorum. Silifke benim gönlümde Mehmet olarak var olacak…
Write a comment: