Osmanlı döneminde kayıkçılar, deniz konusundaki uzmanlıklarıyla zaman içinde Boğaziçi’nin efendileri konumuna gelmişlerdir. Boğazda görev yapan kayıkçıların eğitim seviyeleri düşüktür. İlmi yönden eğitimleri az olan kayıkçılar meslekî bilgilerini usta çırak yöntemi ile öğrenirlerdi. Bunların çoğu okuma yazma bilmez, ancak kendilerine gerekli olan bilgiler konusunda uzmanlaşırlardı. Boğazda esen rüzgâr ve akıntılar bilmeleri gereken temel iki meslekî bilgi idi. Kayıkçıların uzmanlıkları; boğazda esen rüzgârlar, süreleri, etkileri, boğaz akıntıları, boğazın en güvenli geçiş noktaları, suyun hırçınlaşma zamanları vb. konulardadır.
Kayıkçıların önemli özelliklerinden biri de fiziksel olarak güçlü olmalarıdır. Kol ve pazu gücü ile mesafe alındığından, kayıkçılar bunu başarabilecek ve bir ömür boyu sürdürebilecek yapıda olmalıydılar. Denizle boğuşmanın, hayatını pazu gücü ile kazanmanın bu insanlara kazandırdığı vakar, kendine güven, sükûnet, tatmin ve sınırlı para kazanmanın verdiği tok gözlülük gibi niteliklere kayıkçılar genelde sahip olmuşlardır.
Kayıkçı esnafı İstanbul’daki esnaf grupları arasındaki en kalabalık gruplardan birini teşkil etmekte idi. 1728 tarihli sayıma göre İstanbul genelinde 321 gayrı müslim ve 2183 Müslüman olmak üzere toplam 2504 kayıkçı esnafı bulunmaktadır. 1802 tarihli kayıkçı esnafı sayım defterine göre ise İstanbul’da toplam 6500 esnaf sayılmıştır. Bunların 1349’u gayrı müslim, 5151’i Müslüman’dır. 1802 tarihli sayım defterine göre İstanbul’da toplam kayık sayısı 4245 adettir. Bu kayıklardan 864 adedini gayri müslimler, 3381 adedini de Müslümanlar işletiyordu.
Boğaziçi’nde kayıkçı esnafını oluşturan elemanların çoğu Anadolu’dan gelmiş kişilerdi. İş bulma gayesi ile Anadolu’dan gelen bu insanlar vasıfsız oldukları için genelde iskelelerde bekler, hamlacı (kürekçi) olarak kayıklarda çalışırlardı. Anadolu’dan gelen bu gençler kısa sürede eğitilir, kayıkta müşteriye nasıl davranacağı kendilerine öğretilerek göreve başlatılırdı.
Kayıkçılar genellikle süslü ve gösterişli giyinirdi. Kayıkçı, yolcuları kayığına aldığı zaman, püskülü güçlü boynuna dolar, kırmızı fesi, yanık teni ve al rengi bir kemerle tutturulmuş şalvarının beyazlığı iyice ortaya çıkardı. Kayıkçılar yaz mevsiminde kuşakla sarılı beyaz pamuklu şalvar, geniş kollu ipek bir ceket ve gösterişli mavi püskülüyle kırmızı fes giyerdi. Kayıkçılar, siyah ipekli krepten yapılmış, uzun kollu güzel gömlekler de giyerdi. Hamlacılar küreğe geçip kayığı hareket ettirdiklerinde, uzaktan onlara bakanlar, tek bir küreğin hareket ettiğini zannederdi.
Piyade hamlacılarının giyimi de iyiydi. Hamlacılar biri çuha diğeri kalikot patiskasından birer dizlik, çuhadan ipek fermâne işlemeli yelek ve salta, bürümcül hilali gömlek, uzun konçlu sakız beyazı çorap, rugan gül fiyonklu yemeni ve fes giyerlerdi. Kol gücü ile mesafe alındığından kayıkçılar fiziksel olarak güçlüydüler. Bu belirttiğimiz elbiseleri kayıkçıların üniformaları olarak niteleyebiliriz.
İtalyan seyyah Amicis kayıkçıları şöyle tarif etmektedir; “Kürekçilerimiz kırmızı fesli, mavi mintanlı, bacakları ve kolları çıplak, iki genç yakışıklı Türk; yirmi yaşlarında, kara yağız, temiz, neşeli, gözü pek, her kürekte kayığı bir boy ileri götüren iki pehlivandı.’’
Salah Birsel de kayıkçıları tarif ederken, “Kayıkçılar hep iri yarıdır. Giysileri birbirine benzer. Geniş pamuklu şalvar, yarım ipek bir gömlek, traşlı başlarında küçük kırmızı takke, kışın bile böyle giyinirler” demektedir.
Fransız yazar Gerard de Nerval ise kayıkçıları şöyle tarif etmektedir: “Kürekçiler güçlü kollarıyla kürek çekip dalgaları kesmeye çalışırlar. Yüz ve omuzları güneşten yanmış, adeta tunçlaşmıştır. Geniş ipekten gömlekler giyer ve atlas kemer bağlarlar. Çok terbiyeli dürüst insanlardır. İşlerini bir çeşit güzel sanat haline getirmeyi bilmişlerdir.”
Kayıkçılar yardımsever insanlardır, zorda kalmışlara yardım etmeyi severler ve bu konuda esnaf olarak çalışmalar yaparlardı. Kayıkçıların yardımlaşma ve dayanışmasını şu örnekte görebiliriz: Eski Galata Gümrüğü yanında küçük bir iskele yapılmıştı. Esnaf elemanlarının kayıklarının başına herhangi bir şey geldiğinde veya kayık battığında, kayıkçının maişetini temin edebilmesi için ona esnaf teşkilatı tarafından küçük bir sandal verilirdi. Kayıkçı o sandalı işleterek ailesinin geçimini sağlar, akşam olduğunda Galata Gümrüğü’nde yapılmış olan küçük iskeleye yanaşırdı. Bir babanın zorda kalmış evladını şefkatle kucaklamasından ilham alınarak, zorda kalmış kayıkçılara kucak açmasından dolayı bu iskeleye ‘’Baba İskelesi’’ denmiştir.
Boğaziçi’nde doğmuş ve burada gelişmiş olan kayıkçılık su medeniyetimizin bir göstergesi olmuştur. Kayıkçılar o koca gövdelerinde ince bir ruh taşımış ve nazenin davranışlar sergilemesini bilmiş bir topluluk olarak hatıralardaki yerlerini almışlardır.
Kaynakça:
Mehmet Mazak, Eski İstanbul’da Deniz Ulaşımı, İDO 1998.
Mehmet Mazak, “Kayıkçıların Sosyal Hayatı” Yol Kültürü Dergisi, 1999.
Uğur Göktaş, “Eski İstanbul’da kayıklar ve kayıkçılık” , Sky Life Dergisi.
Write a comment: