Dünya çok hızlı dönüyor, teknoloji akıllara durgunluk verecek şekilde gelişiyor. Alışkanlıklar, yaşam biçimleri, tüketim kalıpları sürekli değişime zorlanıyor, değişiyor. Teknolojik gelişmelerle birlikte bazı meslek dallarının kaybolduğu, bazılarının yerini sanayi ürünlerinin aldığına şahit olmaktayız. Kaybolan, eskiyen meslekleri ve sanatkârlarını yakından tanımak ve tanıtmak tarihsel gerçeklik olduğu kadar, aynı zaman da kültür dünyamızın sosyolojik ve duygusal zenginliğidir. Sizi bu makalemde Boğaziçi’nin kaybolan bir denizci mesleği olan “Yedekçiler”in dünyasına yolculuk yaptırarak, sosyal hayatta yok olmuş bir mesleğin izini birlikte sürmemizi sağlayacağım.
Akıntıya karşı yedekçiler
Gelişen endüstri ve sanayi ile birlikte, insanlığın gelişen talep ve ihtiyaçları maalesef zamanla bazı mesleklerin kaybolmaya yüz tutmasına sebep olmuştur. Bütün bu meslekler büyük bir el emeği, maharet ve ustalık gerektiren, usta çırak ilişkisiyle yıllarca emek verilerek öğrenilen mesleklerdir. Yıllarca emek verilerek öğrenilen ve günümüzde kaybolmuş bir meslek olan yedekçiler kimlerdir? Ne iş yaparlar? Bu sorulara cevap arayacağız. Sözlük anlamı olarak; akıntıya karşı kayığı iple karadan çeken kimselere yedekçi denir. Boğaziçi kültürümüzde ise; Boğaz’ın akıntısı bol yerlerinde bekleyerek, akıntı nedeniyle yol alamayan kayıkları ve tekneleri çekmekle görevli kişilere yedekçiler denmekteydi. Boğazı ve Boğaziçi’ni yakından tanıyanlar çok iyi bilir ki, Boğaziçi’nin belli noktalarında ciddi akıntılar bulunmaktadır. Boğaz akıntıları alttan yukarıya Karadeniz’e, üstten de Marmara’ya akar. Bu da şöyle oluşur: Karadeniz’in suyu soğuk ve az tuzlu olduğu için üstten aşağıya Marmara’ya; Ege’nin suyu sıcak ve tuzlu olduğundan alttan yukarıya Karadeniz’e akar. Bu ters akıntılar Kandilli’de, Çubuklu Çakalburnu’nda, Yeniköy çakarında ve Anavutköy’de bariz şekilde görülürdü. Tabi bir de ismiyle müsemma Akıntıburnu’nda bariz şekilde Boğaz’da akıntı oluşurdu. Akıntıburnu, adı üstünde, önünden denizin nehir gibi aktığı bir burun… Bizans Dönemi’nde buraya Büyük Akıntı anlamına Mega Revma adını vermişler. Kandilli önlerindeki akıntı bu kıyıya yüklenerek süratini daha da artırır.
Boğaziçi’nin en güzel, en hareketli köşelerinden biri Akıntıburnu idi. En sakin havalarda bile Boğaz suları burada çırpıntılı olur, sular, birbirinin üstüne çıkan dalgacıklar halinde devrile devrile hızla aşağıya doğru akardı. Karadeniz’den Marmara’ya inen kayık ve tekneler için mesele yok; suları arkalarına aldılar mı, kolayca Kuruçeşme önlerine kadar inerlerdi. Boğaziçi akıntılarının bol ve şiddetli olduğu yerlerde, güçlü kuvvetli yağız pehlivanlar görev yapardı. Akıntıların bulunduğu kıyıdan Sarıyer tarafına çıkacak olan kayık ve benzeri deniz araçlarının kürek ve yelkenle hedefine ulaşması pek kolay olmazdı. Kayıkları kullanan hamlacılar, küreklere ne kadar asılırsa asılsın bir bakardı ki; bulunduğu yerden daha aşağılara sürüklenmiş. İşte böyle zamanlarda kayıkçıların imdadına kıyıda görev yapan yedekçi esnafı yetişmekteydi. Yedekçi esnafı elindeki çok sağlam olan kolanı (ipi) kayığa fırlatır, kayıkçı ipin ucunu kayığında sağlam bir yere bağlayarak yedekçilere bağırarak çekmelerini söylerdi. Yedekçiler de, ipi omuzlarına alarak kayığın akıntıyı aşması için var güçleriyle ipe asılırlar ve kayığı akıntıda sürüklemekten kurtarırlardı.
Kayıkçının akıntı ile mücadelesi
Bir Boğaziçi akşamında kayığını Sarıyer tarafına götürmeye çalışan kayıkçının akıntı ile mücadelesini kayıkçının ağzından dinleyelim: “Bir akşamüstü yolcularımızı Sirkeci iskelesinden alarak Büyükder’ye götürmek üzere yola çıktık. Ancak Akıntıburnu’na geldiğimizde bayağı yorulmuştuk. Ben ve diğer iki hamlacı var gücümüzle küreklere asılmaya başladık. Ancak o akşam akıntı biraz şiddetli gözüküyordu. Kıyıda bizlere yardım etmek üzere görev bekleyen yedekçilere bağırarak elimdeki bir ucu kayığımıza bağlı olan ipi fırlattım. Genç bir delikanlı fırlatmış olduğum ipi havada yakaladı. Genç delikanlının yakalamış olduğu ipe diğer yedekçi esnafı da omuz vererek kıyıya yakın bir şekilde kayığımızı çekmeye başladılar. Biz de kürekleri daha hızlı çekmeye başladık. Akşamın alacasında suların üstünde dalgalanan ve her kımıldanışta titreşen bu göz kamaştırıcı ve leylak kokulu atmosferde, Boğaz’ın kurşuni renkli sularına dalıp çıkan küreklerimiz, yedekçilerin sudan sırılsıklam çektikleri ipler, yüzlerimizde cilalı gümüş parlaklığında ışıklar saçıyorlardı. Gözlerimizi yumarak küreklere var gücümüzle asılmaya devam ediyorduk. Alnımızdan ve şakaklarımızdan damlamaya başlayan terler, akşamın alacasında yeni çıkmaya başlayan ayın parlaklığında ışıldıyor ve Boğaz’ın tuzlu sularına bir nebze katkıda bulunuyordu. Kıyıda omuzlamış oldukları ipi güçlerinin son takatine varıncaya kadar çeken yedekçiler bizlere Allah’ın bir lütfudur diye düşünüyorduk. Hakikaten Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u fethi sırasında bir gecede kalyonları karadan kızaklarla çekerek Haliç’e indirmesinin mucizevî gücü karşısında Bizans’ın şaşkınlığını düşünüyor ve “Yedekçi Esnafı”nın atalarının kalyonları karadan çekmesinin yanında, kayıklarımızı Boğaz sularında kıyıdan destek güç olarak çekmeleri buluşunun piri olarak görmekteydik. Kayıkçı arkadaşlarım ve ben harcadığımız güce bakarak, kayığımızın altından suyun nasıl kaydığını duyumsayarak, pek hızlı gittiğimizi ve akıntıyı aştığımızı sanıyorduk ki; ama gözlerimizi açıp da başımı kaldırınca, karşımdaki kıyıda hep aynı yalıyı ve ağacı, hep aynı duvarı gördüğümüze şahit olduk. Hakikaten çok çok şiddetli bir akıntı olduğunu gördük ve yedekçiler ile birlikte naralar atarak son bir gayret ile akıntıyı aşmıştık.”
Yedekçiler çok kuvvetli, iri yapılı, çevik insanlardan oluşmaktaydı. Yelken ve kayık devrinde Boğaz akıntılarını aşmak için deniz binek vasıtalarına yardım ederler, denizdeki tekneden havaya atılan bir halat karadaki yedekçiler tarafından çekilerek akıntının aşılması sağlanırdı. Fetih sonrası Boğaziçi’nin her iki yakasının şenlenmesi ve yerleşim mahallerinin gelişim göstermesiyle birlikte, kayıkçı esnafının yardımcı ekibi olarak yedekçi esnafı akıntıların bulunduğu kıyı şeridinde görev yapmışlardır. Hatta motorlu deniz nakil vasıtaları döneminde bile görev yapmışlardır. Cumhuriyet Dönemi’nde çok çok azalmakla beraber 1930-1940’lı yıllara kadar Boğaz’da yedekçilere rastlanmıştır.
Kaynak
Emine Çiğdem Tugay- Mehmet Selim Tugay, İzzetabat Kasrı Akıntı Burnu’dan Akıp Geçen Zaman, İstanbul 2008.
Write a comment: