Open/Close Menu Ben gelmedim davi için, benim işim sevi için...

Gündelik hayat, genel olarak, insanların yaşam tarzları, iktisadi faaliyetleri, yaşadıkları fiziksel çevre ve mekanlar, inanç, örf, adet ve geleneklerinin bir araya gelerek, belli bir tarih kesitinde somutlaşması olarak tanımlanabilir. Osmanlı Devleti’nin nev-i şahsına münhasır toplumsal sistemi içinde var olan gündelik hayatın da, bu kendine özgülük hali ve toplumsal sistemin gereklerine göre şekillendiğini söyleyebiliriz.

Daha önce de belirtildiği üzere, 19. yüzyılda, Mersin’de, nüfus ve yerleşim unsurlarının gelişmesi, sosyal kurum ve yapıların oluşması, kentteki iktisadi faaliyetlerin deniz ticareti odaklı gelişimi, buradaki sosyo-kültürel yaşamın zenginliği, kısacası, Mersin’in önemli bir liman kenti olarak Osmanlı deniz ticareti içindeki yükselişinin temelini, avantajlı bir konumda bulunan ahşaptan ilk iskelesi ve burada başlayıp hızlı bir biçimde gelişen deniz ticareti oluşturmaktadır. Deniz ticareti, Mersin’in bir yerleşim birimi olarak ortaya çıkması ve kentsel gelişimini hızlandıran bir unsur olmasının yanı sıra, başlangıçtan beri yansıyan etkileriyle buradaki gündelik hayatın özünü oluşturan bir unsur niteliğinde olmuştur. 

Mersin, denizin bahşettiği kültürel zenginlikle, gündelik hayatın farkındalık içinde birlikteliğin oluştuğu örnek bir şehir olarak Osmanlı döneminde kurulmuş ve gelişmiş bir kenttir.

Gündelik hayatın deniz üzerine yansımasına bir örnek verecek olursak; Mersin limanı fazla derin olmadığından gemiler kıyıdan bir mil uzakta demirlerler, nakliyat mavnalarla gerçekleştirilirdi. İskeleden açıktaki gemilere ve gemiden iskeleye yolcu taşıma işlerini özel kişiler kayıklar ve mavnalarla yapmaktaydı. Tanin Gazetesi yazarlarından Ahmet Şerif, Anadolu’da yaptığı geziler sırasında 6 Ocak 1910 günü vapurla Mersin’e geldiğinde bu taşıyıcılarla ilgili gördüklerini şöyle yazar: “…Vapura gelen, karayağız, tuhaf bir şekilde Arapça konuşan kayıkçılar, bir çekirge kadar çevik, kayıktan kayığa sıçrıyor, vapurun merdivenlerine, halatlara sarılarak yukarı çıkıyorlardı.”

Mersin’nde gündelik hayatta deniz yaşantısında önemli bir merkezde deniz feneridir. Bazen bir geminin rotasını belirleyen bir klavuz, bazen aşıkların buluşma mekanı olmuş olan  Mersin deniz feneri, 1880 yılında bir Fransız firması tarafından yapılmıştır. 1966 yılına kadar gaz yağı ile çalışan ve 20 saniyede bir şimşek çakan Dewar fenerinin ışığı 12 milden görülebilmekteydi. Deniz feneri Mersin şehrinin ve gelişen deniz ticaretinin yılmaz bekçisi olarak gündelik hayattaki yerini almış bir unsurdur.

  1. yüzyılda Mersin’de gelişen deniz ticaretinin gündelik hayata yansımalarını o döneme ait belgelerden görebilmemiz mümkündür. Bu belgelerdeki yazışmalara konu olan durumların, o dönemlerde Mersin’deki gündelik hayatın izlerini  taşıdıkları ve gündelik hayatın deniz ticareti eksenli gelişmelere sahne olduğu görülmektedir.

16 Mayıs 1853 tarihli bir belgede: “Tarsus’da kâin Mersin iskelesinde bulunan arâzî-i mîriyeye mutasarrıf olanlar mezkûr iskele ma‘mûr oldukca tebe‘a-i ecnebiyeden ve himâyelülerden tâliblisi bulunanlara hudûd-ı râbi‘asından bir taraf bahr-ı sefîd diyerek ferâgat ve tapu senedâtlarına derc itdirdikleri cihetle….. denilmektedir ki; belgenin tarihi ve yer alan ifadelerden de anlaşılacağı üzere, Mersin İskelesi kısa bir zaman içinde özellikle ecnebi tebaanın rağbet ettiği bir yer haline gelmiştir. Ecnebi tebanın bu ilgisinin de etkisiyle, iskeledeki arazilere sahip olanlar, bir tarafı deniz diyerek, bu arazilerin tapularını ecnebilere devretmişlerdir. Görüldüğü üzere, Mersin İskelesi’nin artan önemi ve ecnebilerin ilgileri doğrultusunda, buradaki mevcut araziler de gayr-ı menkul olarak değerlendirilmeye başlanmıştır. 

  1. yüzyıl sonlarına ait, 4 Mayıs 1891 tarihli bir belgede yer alan ifadeler göre ise, ecnebilerin artık Mersin’de yerleşenler arasında oldukları görülmektedir. Bahsi geçen belgede yer alan ifadeler şu şekildedir: “Mersin iki bin hâneye karîb bir mahal olup ahâlîsi muhtelifü’l-milel olduğu gibi bir hayli ecnebî dahi meskûn bulunduğuna…. Bu ifadelere göre; Mersin’in iki bin haneye yakın bir yer olduğu ve ahalisi çeşitli milletlerden oluşmakla birlikte, bir hayli ecnebinin de burada ikamet etmekte olduğu belirtilmektedir. Bu durum; artan deniz ticareti ile birlikte ilk gelişim yıllarında Mersin’e olan ecnebi ilgisinin, 19. yüzyılın sonlarında da devam ettiğini göstermektedir.  

26 Şubat 1859 tarihli bir belge ise, Mersin’de oluşan yerleşimin bir sonucu olarak, hayati bir öneme sahip olan içme suyu sorunuyla ilgili olup, belgede geçen ifadeler şu şekildedir: “Adana eyâleti dâhilinde Tarsus sancağına tâbi‘ Mersin iskelesi nâm mahalde mutavattın tüccârân ve ahâlînin leffen takdîm kılınan mahzar kılıklu arzıhâllerinden tafsîl-i keyfiyet rehîn-i ilm-i âlî-i vekâlet-penâhîleri buyrulacağı vechile mahall-i mezbûrun mâder-i cennet-mekarr-ı cenâb-ı cihândârî Sultân hazretlerinin vakf-ı celîline tashîh buyrulmasından izhâr-ı memnûniyet ve teşekkürle berâber mahall-i mezkûrun sâye-i ma‘mûriyet-vâye-i hazret-i mülûkânede gün be gün kesb-i ma‘mûriyet itmekde olduğundan ve işlek iskele olmasıyla berren ve bahren mârrîn ve âbrîn eksik olmadığından ve içilecek mâ-i lezîzi olmayup el hâletü hazihi kullanılan kuyu suyu olup bu dahi ekser vakitlerinin hastalıkla geçmesine sebeb bulunduğundan bahisle yarım sâ‘at mesâfede bulunan âb-ı latîfin mahall-i mezbûra icrâ ve müceddeden iki aded çeşme inşâsına müsâ‘ade-i seniyye-i cenâb-ı şehinşâhî şâyân buyrulması niyâz ve istirhâm olunmuş…. denilmekte olup, yer alan ifadelere göre, Mersin İskelesi’ndeki tüccar ve ahali, iskelenin Valide Sultan Vakfı’na tahsis edilmiş olmasından duydukları memnuniyetle birlikte, iskelenin hem kara hem de deniz ticareti açısından gün be gün geliştiği ve gelip-gidenlerin eksik olmadığını, içilecek tatlı su bulunmadığı için kuyu suyu kullanıldığını ve bu durumun hastalığa yol açtığını belirterek, iskeleye yarım saat mesafedeki tatlı suyun iskeleye akıtılarak, iki adet çeşmenin inşasına müsadesi edilmesi talebinde bulunmaktadırlar. Belgenin devamında yer alan şu ifadelerde ise: “…..ve civârında bulunan Gökçelü ve Nemrut kazâları ahâlîsi dahi mahall-i mezburun ma‘mûriyeti terakkî kesb ve ticâretlerini müstelzim olduğundan bir hıdmet-i müftehire olmak üzre mâ-i lezîz-i mezkûrun mahall-i mezbûra cereyân itdirileceği hâlde mecrâsının hafr ve küşâdı emrinde meccânen kuvve-i bedeniye sarf ideceklerini ta‘ahhüd ve inbâ itmiş ve….” denilmek suretiyle, Mersin İskelesi civarında bulunan Gökçelü ve Nemrut kazaları ahalisinin de, Mersin İskelesi’ndeki gelişmenin, kendi ticaretlerinin de gelişmesinin bir gereği olduğundan hareketle, bahsi geçen tatlı suyun iskeleye akıtılması halinde,  su yolunun kazılmasında ücretsiz olarak çalışacaklarını beyan ettikleri belirtilmektedir.

Hülasa Mersin’de deniz ticaretinin gelişimi ile birlikte şehrin sosyal ve gündelik hayatına deniz ürünleri ve iş kollarının etkileri görülmektedir. Nufus, demografik yapı, iş kolları, ticari ürünler, şehrin imar ve planı, okullar, ibadet yerleri, konutlar vb. birçok alanda deniz ticaretinin bahş etmiş olduğu değişim ve gelişim Mersin üzerinde görülmüştür.

Ayrıca şehrimizde sosyal hayatın gelişimi ile birlikte deniz hamamlarının kurulduğunu ve halkın yazın serinlemek üzere bu deniz hamamlarından faydalandığını da biliyoruz. Şinasi Develi hamamı konusunu şöyle anlatıyor: “Mersin’de plaj yokken, 1930’lu yıllarda bir ara Çamlıbel’in deniz tarafında deniz hamamı yapıldı. Bunun için bir ahşap iskele de gerekmişti. Faytonlarla hanımlar buraya gelirler, iskelenin ucundaki ahşap yapıdan merdivenle denize inerler, biraz yüzüp, duş alıp yine faytonla evlerine dönerlerdi. Bu konudaki bilgim ortaokul yıllarımda, İstanbullu olan yengeme bu deniz işinde refakat ettiğimden dolayıdır.”

Write a comment:

*

Your email address will not be published.

© 2020 - Mehmet Mazak

logo-footer