Open/Close Menu Ben gelmedim davi için, benim işim sevi için...

Yaklaşık bir buçuk asırlık geçmişi ile Anadolu’nun en genç kentlerinden biridir Mersin. Osmanlı dönemi hatta, daha öncesi dönemlerden günümüze kadar varlıklarını sürdürmüş olan çoğu kentlerimizle kıyaslandığında, günümüz Mersin kentinin idari bir yerleşim birimi olarak ortaya çıkışının tarihi oldukça yenidir diyebiliriz. Öyle ki, Mersin’in bulunduğu coğrafya tarih içinde pek çok devlet için önemli bir yerleşim sahası olmakla birlikte, bu yörede “Mersin” adıyla yeni bir yerleşim biriminin ortaya çıkışı 19. yüzyıl ortalarından itibaren şekillenmeye başlamış ve yüzyıl sonlarına doğru Mersin’in kentsel gelişimi daha da hız kazanmıştır. Mersin’in bu hızlı gelişim süreci Cumhuriyet döneminde de devam etmiştir. 

Mersin’in kuruluşu ve idari tarihçesine yer vermeden önce, Mersin’in kuruluşu ve gelişiminde etkili olan iç ve dış dinamiklere, kurulduğu dönemin koşullarına da değinmek gerekmektedir. Çünkü, Mersin’in ortaya çıkıp, gelişmesinde, kendine has coğrafyasının yanı sıra ortaya çıkıp, geliştiği yüzyıldaki konjonktürün etkisi büyüktür. Kuruluşu ve gelişimine etki eden faktörlerin Mersin’i, geleneksel Osmanlı kentlerinden de, içinde bulunduğu Doğu Akdeniz liman kentlerinden de farklı kıldığını söyleyebiliriz. Tüm dünyayı her açıdan etkileyen 19. yüzyıldaki gelişmelerin Osmanlı Devleti’ne yansımalarını, 19. yüzyılda ortaya çıkan bir kent olarak Mersin’in kuruluş ve gelişim safhalarında da takip edebilmek mümkündür.  

Bilindiği üzere 19. yüzyıl, Sanayi Devrimi’nin ardından kapitalist sistemin yükselişe geçtiği ve bu sistemin etkilerinin tüm dünyada yayılmaya başladığı bir yüzyıl olmuştur. Avrupa ülkeleri hızla sanayileşirken, Osmanlı Devleti sanayileşen Avrupa’nın gerisinde kalan ülkeler arasında yer almıştır. Bu durum, ülkeler arasındaki rol dağılımının da belirleyici unsurunu oluşturmuştur.  Sanayileşmenin gerisinde kalan ülkeler, Avrupa’dan yayılan bu etki ve kendi içsel dinamiklerinin etkisi altında yeni koşullara uyum sağlamaya çalışmışlardır. Osmanlı Devleti de dahil, sanayileşmenin gerisinde kalan devletler, sanayileşen ülkelerin hammadde tedarikçisi ve açık pazarı haline gelmişlerdir. 

  1. yüzyıl, Avrupa’daki gelişmelerin Osmanlı Devleti’nin tüm kurumlarında etkisini hissettirdiği, mevcut yapılarda yenileşmeye gidilmesi konusunda geç kalınmış olunması nedeniyle devletin, modern kapitalizm karşısında enerjisini kaybettiği ve tamamen onun etki alanına girdiği bir yüzyıl olmuştur. Bu koşullar altında Osmanlı Devleti 19. yüzyılda askeri, idari, iktisadi ve sosyal olmak üzere Avrupa Devletleri’nin tesiri altında gerçekleşen büyük bir dönüşüm içine girmiştir. Bu dönüşümde, özellikle 1838 Ticaret Anlaşması, 1839 Tanzimat Fermanı ve 1854 Kırım Savaşı, devletin dışa açılması ve piyasa mekanizmasının işlemeye başlaması açısından önemli sonuçlar doğuran gelişmeler olmuşlardır.

Osmanlı Devleti’nin 19. yüzyılda içinde bulunduğu değişim ve dönüşümün en somut göstergelerini kentler, özellikle de liman kentlerinde izlemek mümkündür. 19. yüzyılla birlikte, kapalı bir mali yapıya sahip olan ülkede, üretim biçim ve ilişkileri önemli ölçüde dönüşüme uğramış, kapitalist üretim biçimleri ve tüketim alışkanlıklarının artmaya başlaması ile kentsel gelişimde ve mekanda çeşitli değişimler yaşanmıştır. Kapitalist ekonomi ve piyasa düzeninin ürettiği ticaret kültürünün en hızlı nüfuz ettiği liman kentleri ise bu değişim ve dönüşümün mekanı olmuştur. Bu dönemdeki, ulaşım, hammadde ve pazar ilişkilerinden doğan etmenler, özellikle Doğu Akdeniz liman kentlerinin gelişmelerinde tetikleyici unsurlar olmuşlardır. 

  1. yüzyıldaki içsel ve dışsal gelişmelerin bir ürünü olarak ortaya çıkan Mersin, kuruluşundan itibaren hızlı bir ivme ile gelişimini sürdürmüştür. Mersin’in bir Doğu Akdeniz liman kenti olarak kentsel gelişimini başlatan süreçte farklı bileşenler etkili olmuştur. Yöreye etkisinin daha erken tarihlere dayanması dolayısıyla bu bileşenlerin başında, eski dönemlerden beridir Çukurova’nın önemli bir iskelesi olan Tarsus İskelesi’nin, coğrafi şartların bir neticesi olarak, ticari işlevselliğini kaybetmesi gelmektedir. 18. yüzyılın 19. yüzyıla bağlandığı süreçte, Doğu Akdeniz’de yer alan bir iskele olan Tarsus, devletin savaş ve kıtlık yıllarındaki iaşeci politikasından hareketle Çukurova’nın dışa açılan kapısı olarak ciddi bir ihtiyaca cevap verir konumdayken, bu süreçte işlevselliğini kaybetmeye başlamıştır. Tarsus’un aksine Mersin, küçük bir iskele konumundayken, Çukurova bölgesi bünyesinde yepyeni bir Doğu Akdeniz liman kenti  olarak ortaya çıkmıştır.

Dünya kurulduğundan bu yana kentlerin ve şehirlerin ortaya çıkışında ve gelişiminde farklı etmenler bulunmaktadır. Ancak Mersin, bir kent olarak temellerinin atılmasında ve hızlı gelişiminde dünyada benzeri olmayan bir yükseliş göstermiştir. Mersin, bazı tarihçilerin ifade ettiği gibi hiçbir zaman bir balıkçı köyü olmamıştır. 1812 yılında deniz yoluyla gelen İngiliz Gemi Subayı Kaptan Beaufort, Mersin’i Malarya (sıtma) hastalığından korunmak için birbiri üstüne yapılmış birkaç kulübeden oluşan ve tahta iskelesi olan bir yer olarak tarif eder. 1812 yılından günümüze Mersin’in kuruluş  ve gelişim harcında hep deniz ticareti vardır.  Mersin’in  ilk temellerinin atıldığı 1812 yılında bu bölge, deniz ticareti yapılması için planlanmış bir yerleşim yeridir.

Bir şehrin kaderini bir iskele değiştirebilir mi? Mersin İskelesi ve daha sonra rıhtım-limanı Mersin’in şehir kültürünün oluşumunda, demografik yapısının şekillenmesinde ve her şeyden önemlisi ticaretin gelişimi ve çeşitliliği hep deniz sayesinde olmuştur.

Texier’e göre Mersin Köyü, 1836’ya doğru Tarsus’un hakiki iskelesi haline gelmiştir. 19. yüzyılın ortalarına gelindiğinde ise, Mersin artık sadece Tarsus’un değil, bütün Adana ovasının başlıca iskelesi olmuştur. Eskiden yörede önemli bir iskele olan Tarsus iskelesinin önemini kaybetmesinde coğrafi koşullar etkili olmuştur. İskelenin önünün Tarsus (Berdan) çayının alüvyonlarıyla dolması sonucunda, 19. yüzyılın başlarına kadar gemiler Tarsus çayı ağzının batısında sığ bir koy kenarındaki Yeniköy önünde demirlemeye başlamıştır. Adana ovasının ürünlerini gemilere yüklemek için bu dönemde ayrıca, Mersin’in 14 kilometre kadar doğusundaki Kazanlı köyü ile bunun biraz batısındaki Karaduvar iskeleleri de kullanılmıştır. Fakat, buharlı gemiler devreye girince, önlerindeki suları sığ olan bu iskele yerlerinin hepsi de kullanılamaz hale gelmiştir. Bu durum, akarsuların taşıdığı alüvyonlardan uzakta, önündeki deniz alanı derin olan Mersin köyünün iskele yeri olarak tercih edilmesini gerektirmiştir.

Mersin’in bir Doğu Akdeniz liman kenti olarak kentsel gelişimini hızlandıran diğer bileşenler ise,  imparatorluk dışındaki ve imparatorluk içindeki gelişmelere dayanmaktadır. Söz konusu bu bileşenler Mersin’de, ticari fonksiyonları güçlendirmiş, iskeleler, demiryolu, karayolu gibi kentsel altyapı yatırımları ile yepyeni ve kendine özgü bir kentsel dokunun oluşmasını sağlamıştır. Mersin’in kuruluş ve gelişimindeki bu kendine özgülük durumu, Mersin’in geleneksel bir Osmanlı kentinin dönüşümünden dolayı değil, yepyeni bir 19. yüzyıl Doğu Akdeniz liman kenti olarak ortaya çıkışından kaynaklanmıştır. 19. yüzyılda, ülke sınırları içindeki pek çok kent değişip, dönüşüme uğrarken, Mersin, yepyeni bir kent olarak ortaya çıkmıştır. Bu yeni kentin kuruluş ve gelişiminin temelini ise, sahip olduğu iskelesi dolayısıyla, deniz ticareti oluşturmuştur.

Mersin’in kentsel gelişimine katkıda bulunarak, bu gelişimi hızlandıran etmenlerden biri Kırım Savaşı olmuştur. 1854’te başlayan bu savaşın bir etkisi, savaş esnasında Osmanlı Devleti’nin ihtiyaç duyduğu kurşun madeninin, bu madenin bulunduğu Tarsus’taki iskelenin işlevselliğini kaybetmesi nedeniyle, Mersin İskelesi vasıtasıyla İstanbul’a gönderilmeye başlanması olmuştur. Savaş esnasında artan tahıl ihtiyacı da, Çukurova ve civar yerlerdeki ürünlerin çıkış kapısı olarak Mersin İskelesi’nin ticari işlevselliğinin artması ve kentsel gelişimi açısından bu savaşın, yöre üzerindeki bir diğer etkisi  olmuştur.

Bu dönemlerde, Mersin’in kentsel gelişimine katkıda bulunan bir başka etmen ise, 1859 senesinde başlanan Süveyş Kanalı’nın inşası olmuştur. Kanal inşasında ihtiyaç duyulan kerestelerin Anadolu’dan ve özellikle Toroslar’dan temin edilmesi, Süveyş Kanalı’nın Osmanlı Devleti ve yöre üzerindeki etkilerinden yalnızca biridir. Yapımına 1859 senesinde başlanan ve  1869 senesinde açılan Süveyş Kanalı’nın Mersin’e dek uzanan bu etkisi ile, kereste ticareti için Lübnan’dan ve Avrupa ülkelerinden gelerek bölgeye yerleşen tüccarlar, zaman içinde bölgenin Ortadoğu ve Avrupa devletleri ile ticaretini geliştirerek, Mersin’de yeni iş olanaklarının doğmasında etkili olmuşlardır. Bu durum, yöredeki demografik yapıya da yansımıştır. Süveyş Kanalı’nın yöreye ve Osmanlı Devleti’ne bir diğer etkisi ise, kanalın açılması ile birlikte İngiltere için, Osmanlı toprak bütünlüğünün eski önemini yitirmesi ve bir yandan da İngiltere’nin, aynı dönemde biten Amerikan İç Savaşı nedeniyle pamuk ihtiyacını karşıladığı Çukurova’ya olan ilgisinin azalması olmuştur. İngiltere’nin bölgeye olan ilgisinin azalmasıyla hemen hemen aynı dönemlere denk gelen Adana-Mersin demiryolunun yapımı aşamasında İngiliz sermayesinin ardından Çukurova’ya Alman sermayesinin de girmesinde etkili olmuştur.

Mersin’in kentsel gelişimini etkileyen gelişmelerden biri de, Amerikan İç Savaşı’dır. Bu savaş, Amerika kıtasında pamuk üretiminin azalmasına neden olmuş ve dünyada başka pamuk üreticisi bölgeler aranmaya başlanmıştır. Bu yıllarda, Çukurova’yı işgali altında bulunduran Mısırlı İbrahim Paşa tarafından, bölgede üretimi yaygınlaştırılmaya başlanan pamuğun ihraç kapısı ise Mersin İskelesi olmuştur.  

Burada şunu da belirtmek gerekir ki; Amerikan İç Savaşı olsun, Kırım Savaşı ve yöreye etki eden diğer etmenler olsun, bunlar, yalnızca ekonomik yapı ve üretim ilişkileri açısından değil, aynı zamanda demografik yapı açısından da dönüştürücü etkide bulunmuşlardır. Artan ticari etkinliğin yarattığı çekim, yöredeki demografik yapıya da yansımış, yöreye Suriye’den, Anadolu’dan göçler olmuştur. Pek çok liman kentinde olduğu gibi Mersin’de de, göçmenler ve Levantenlerden oluşan kozmopolitizm, kentin demografik yapısının belirleyici unsurunu oluşturmuştur.

1839 yılında ilan edilen Tanzimat Fermanı ile yabancılara tanınan ticari ayrıcalıklar da, 1860’lar sonrasında, Mersin’in kentsel gelişimine katkıda bulunan imparatorluk içindeki gelişmelerdendir. Ticari açıdan işlevselliğinin artmasının bir neticesi olarak Mersin İskelesi, 1850’li yıllar sonrası itibariyle Osmanlı Hükümeti tarafından Anadolu’nun Doğu Akdeniz’deki en büyük iskelesi konumuna getirilmeye çalışılmıştır. Bu durum, dış etmenlerin tetiklediği Çukurova’daki artan tarımsal üretimin, Mersin İskelesi vasıtasıyla sevkiyatı neticesinde yörenin ticari ve demografik açıdan bir çekim merkezi haline dönüşmekte olduğunun hükümet tarafından da görüldüğünün ve bunun değerlendirilmek istendiğinin de bir göstergesidir. Hükümetin bu niyeti, yörede yeni iskelelerin inşası, karayolu ve demiryolu yapımı gibi alt yapı yatırımlarına yönelmesinden de bariz bir şekilde anlaşılmaktadır. 

Çukurova yöresinin ve Mersin’in gelişimini destekleyici etkileri açısından hükümetin bu alt yapı girişimleri önemlidir. Coğrafi konumu dolayısıyla Anadolu’da hinterlandı en geniş iskelelerden birisi olma özelliğini taşıyan Mersin İskelesi’nin bu özelliğinden yararlanabilmek için, bu iskelenin çevre ile olan bağlantılarının geliştirilmesi gerekliliği, hem hükümet hem de yöredeki ticaret ve tüccar çevresi açısından büyük bir öneme sahip olmuştur. Bu durum, devlet tarafından olsun, şahıs ve şirketler tarafından olsun, yapılan yatırımların öncelikli olarak daima, Mersin’in ekonomik potansiyelini arttırıcı nitelikte olan, iskele ve yol yapımı üzerinde yoğunlaşmasını sağlamıştır. Coğrafi özelliklerinin de uygunluğu dolayısıyla, Mersin’de yol ile ilgili yatırımlarda herhangi bir sınırlama olmaksızın her türlü ulaşım ağı denenmeye ve uygulanmaya çalışılmıştır.

Tanzimat sonrası dönemde hükümet, merkezi yönetimin güçlendirilmesi amacıyla da karayollarının geliştirilmesine ağırlık vermiştir. Halkın da gereğinde fiilen çalışmasına rağmen, karayolları istenen hız ve kalitede gerçekleştirilememiş olsa da, 1875’e gelindiğinde şose olarak ulaşıma açılan yollar içinde, Trabzon-Erzurum, İstanbul-Edirne, İstanbul-Bursa, İzmir-Aydın yolları ile birlikte Adana-Mersin karayolu da yer almıştır. Görüleceği üzere, devletin karayolu politikasının güney ayağında Mersin de bulunmakta olup bu, devletin Mersin’e ve deniz ticaretine verdiği önemi gösterir niteliktedir.

Döneme ait belgelerden, Mersin İskelesi’nin artan ticari potansiyeli karşısında mevcut yolların yetersiz kaldığı anlaşılmaktadır. Nitekim, 14 Eylül 1852 tarihli bir belgede de, iskele ile Tarsus’a kadar olan yolun onarımından bahsedilmektedir ki; bu da bu durumun bir göstergesidir. Yapılacak yol sadece Osmanlı Devleti tarafından değil, aslında öncelikle Fransa tarafından dile getirilmiştir. Fransız konsolos, şifahen Adana Valisi Ziya Paşa’ya başvurarak, Mersin’e bir iskele yapımı ve Mersin-Tarsus yolunun düzeltilmesi işinin burada ticaret yapan tüccarlar için gerekli olduğunu ve bu iş için Mersin’deki Fransız tüccarların bir şirket kurma yoluyla konuya talip olduklarını da bildirmiştir. Osmanlı yöneticileri ilk önceleri yolun yapımında Fransız elinin olmasını uygun görmüş, hatta bu konuda çeşitli yazışmalarda bulunmuşsa da, sonradan bu görüşten vazgeçmişlerdir. Osmanlı Devleti’nin kendi girişimleriyle, 1853 yılı başlarında bir şirket kurulması vasıtasıyla başlattığı bu yol yapım girişimi, yaklaşık 1854 yılı ortalarına doğru tamamlanmıştır. Yöredeki karayolu bağlantısının geliştirilmesine yönelik girişimler daha sonra da devam etmiş ve 1870’li yıllarda, Tarsus bağlantısı oldukça iyi bir duruma getirilmiştir.

Devletin, yörenin çevresel bağlantılarını güçlendirme konusundaki girişimleri karayolu ile sınırlı kalmamıştır. Bu dönemde, başta pamuk olmak üzere Çukurova’daki tarımsal üretimin sevkiyat noktası olarak Mersin’in, üretim bölgesi olan Çukurova’yla bağlantısını kolaylaştıracak bir demiryoluna gereksinim duyulmuş ve 1863 yılından itibaren, Adana-Mersin demiryolunun yapımı için çeşitli girişimler kendini göstermeye başlamıştır. Merkezi hükümetle çeşitli yazışmalar yapılmış, ürünün nakliyesinde maliyeti yükselten ve zaman açısından verimli olmayan deve kervanlarının kullanılmasının, Amerikan İç Savaşı’yla birlikte artan pamuk üretimi ve ticaretin gelişiminin önünde bir engel olduğu ve kentin ticari gelişimi için Mersin-Adana demiryolu hattının bir an önce yapılması gerektiği üzerinde durulmuştur. Bu girişimler neticesinde, 19 Ocak 1884 tarihinde temel atma merasimi yapılarak, Mart 1885’te demiryolunun döşenmesine başlanmıştır. Böylece, 67 kilometre uzunluğundaki demiryolu hattı, Tarsus’a kadar olan kısmın resmi açılışı 4 Mayıs 1886’da, Adana’ya kadar olan tamamının resmi açılışı 1 Ağustos 1886’da gerçekleştirilerek hizmete girmiştir. Mersin-Adana demiryolu, 1871 senesinden itibaren, demiryolu yapımında yabancılara imtiyaz vermeyi bırakan devletin kendi imkanlarıyla ulaşıma açtığı demiryolu hatlarından biri olmuştur. 

Mersin’deki ticari potansiyelin değerlendirilebilmesi amacıyla, karayolu ve demiryolu yapımı yatırımlarının yanı sıra var olan iskelenin onarımı ve yeni iskelelerin inşasına yönelik yatırımlara da önem verilmiştir. Nitekim, daha öncede bahsettiğimiz 14 Eylül 1852 tarihli belgede; Mersin’de bir iskele inşasına ve Tarsus’a kadar olan yolun onarılması lüzumuna binaen hazineden yüz elli bin guruş ile Mühendishâne-i Beriyye-i Şâhâneden seçilen kolağası Mehmed Efendi ve yanında gidecek duvarcı ustasının ma‘âş ve harcırâhının verilmesi konusundaki icabın icrası hususu sorulmakta olup, cevaben ise, belirtilen meblağın altın olarak nizâmiye kapu çukadârı Şâkir Efendi’ye tesliminin bildirildiği ifadelerine yer verilmektedir. 

1852’de, kentin ahşaptan olan ilk iskelesine ek olarak inşa girişimleri başlatılan bu taş iskele 1866 yılında Azak Han’ın karşısında, Taş Han’ın yanında faaliyete geçmiştir. 1857’de ise, ahşap iskelenin onarılmasının yanı sıra beş yeni iskelenin daha yapılmasına karar verilmiştir. 

 Mersin’deki ilk özel iskele, Fransız Messageries Maritimes Şirketi tarafından 1874’te inşa edilmiştir. İkinci özel iskele ise 1883’te, o dönemlerde Mersin’deki ticari faaliyetlerde önemli yeri olan zengin Rum eşraf ve tüccar Mavromatis tarafından inşa ettirilen “Mavromatis İskelesi” denilen ahşap iskeledir.

Adana Vilayet Salnamesi’ne göre, 1892 yılında kentte dört tanesi ahşap, birisi taş, diğeri taş temelli ahşap ve birisi de şimendifere ait demir olan yedi iskele mevcuttur. İskele sayısındaki bu artış, kentteki ticari canlılığın da bir göstergesidir. Farklı kaynak ve tarihlere göre, iskele sayısı ve yerlerine yönelik bilgiler farklılık göstermekle birlikte denilebilir ki; “Gümrük İskelesi” kentin ana meydanı olan Gümrük Meydanı’nda; “Demiryolu İskelesi” istasyon ile bağlantılı şekilde demiryolu hattının denize ulaştığı yerde; ve “Taş İskele” Taşhan’ın önünde olmak üzere bu konumlarını uzun süre aynı yerde korumuşlardır. Bu iskelelerin dışında, “Gümrük İskelesi”nin batısında mevcut  bulunan bazı iskelelerin konumlarının ise sürekli değiştiği anlaşılmaktadır.

Devletin kentteki iskelelere verdiği önem 19. yüzyıl sonlarına kadar devam etmiştir. Nitekim, 1899’da, Gümrük İskelesi’nin yeniden yapılması ve bir rıhtım yapılması kararı alınarak, imtiyazı Atnaş Tahinci Efendi ve David dö Toledo isimli Osmanlı tebasından gayr-ı müslimlere verilmiştir. Beyrut ve Sakız limanları gibi inşa edilmesi istenen yeni iskele ve rıhtım inşası 1904’te tamamlanmıştır. 

1850’lerden itibaren Mersin’deki iskelelerin uluslar arası taşımacılık yapan büyük gemiler tarafından kullanılıyor olması ve yüzyıl sonlarında da bunun devam ediyor oluşu, devlet ve özel kesimin Mersin’deki ticari potansiyeli değerlendirilebilmek amacıyla, karayolu, demiryolu ve iskelelere yönelik olarak en baştan beri yaptıkları yatırımların sonuç verdiğini göstermesi açısından önemlidir. Şunu da belirtmek gerekir ki; bu yatırımlarla geliştirilen Mersin’deki iskelelerden, yalnızca mal sevkiyatı için değil, yolcu sevkiyatı için de yararlanılmıştır.

Yer verdiğimiz bilgilerden de anlaşılacağı üzere, Mersin’in ticareten gelişim içinde olan bir iskele olmaya başlaması, Kırım Savaşı, Amerikan İç Savaşı, Süveyş Kanalı’nın açılması gibi etmenlerin yöredeki etkilerinin hissedilmesinden öncelere dayanmaktadır.  1850’li yıllara ait  bazı resmi yazışmalarda bu durum açıkça görülmektedir. Mersin’in 1840’lardan beridir ticari işlevselliğinin artmakta olduğunu gösteren, 24 Nisan 1853 tarihli bir belgede, “Tarsus’da kâin Mersin iskelesinde….iskele-i mezkûr bir on iki seneden berü ma‘mûriyete yüz tutmuş olmakdan nâşî kadîmden ol taraf ve hemcivârı karyeler… denilmek suretiyle Mersin İskelesi’nin 12 seneden beri yani 1840’lardan beri gelişmeye yüz tuttuğu ifade edilmektedir. Aynı belgenin devamında, Mersin İskelesi’nin bu gelişimi karşısında, civar ahalisinin tasarruflarında bulundurdukları arazileri bir tarafı deniz diyerek, ecnebi tebadan taliplilere birer ikişer dönüm feragat ettikleri ve ecnebi tebanın da denize kadar olan bu araziler üzerinde hak iddia ettikleri belirtilerek, denizden kırk arşın kumluk alanın devlet arazisinden olması rivayetinden hareketle, bu arazinin arâzî-i mîriyeden mi, bir vakf dâhilinde mi yoksa birilerinin tasarrufundaki bir arazi mi olduğu ve emsâli hakkında nasıl bir muamelede bulunulduğu sorulmaktadır. 24 Mart 1853 tarihli bu belgede belirtilen hususa 30 Nisan 1853 tarihinde verilen cevapta; “… meâl-i mazbatadan müstefâd olduğu vechile bu makûle kumluk mahall hakkında sarâhaten bir nizâm olmayup fakat Boğaziçi’nde kâin sahilhânelerin önünde olan denize inşâ olunan rıhtımlar hakkında müesses olan usûl ve nizâmın oralarda dahi mer‘iyyü’l-icrâ tutulması lâzım gelür gibi görünüyor ise de şu sûret tebe‘a-i devlet-i aliyye hakkında cârî olduğuna ve memâlik-i mahrûse-i hazret-i şâhânede öyle ecnebî uhdesine emlâk geçürülmesi ahden ve şarten memnû‘ bulunduğuna binâen nizâm-ı mezkûr tafsîlâtının beyânıyla berâber hiçbir sûretle ecnebî uhdesine emlâk ve arâzî geçürülmemesi ve şimdiye kadar geçürülmüş olanların dahi gâyet hakîmâne kurtarılması çâresine çalışılması lâzım geleceğinin vâlî-i müşârün ileyh hazretlerine iş‘ârıyla ticâret ve mâliye nezâret-i celîlelerine dahi beyân-ı keyfiyet olunması tezekkür kılınmış ise de ol bâbda her ne vechile emr ü fermân-ı hazret-i cihândârî müte‘allik ve şeref-sudûr buyrulur ise âna göre hareket olunacağı beyânıyla tezkere-i senâverî terkîm kılındı efendim… denilerek, ecnebi uhdesine emlak geçirilmemesinin ve şimdiye kadar geçirilmiş olanlarınsa tekrardan elde edilmeye çalışılmasının altı çizilmekle birlikte, konuya yönelik fermanın gereğine göre hareket edileceğinden bahsedilmektedir. Bu yazışmalar, Mersin İskelesi’nin o tarihlerdeki içinde bulunduğu gelişimi ve ecnebilerin de buraya olan ilgisini göstermesi açısından önemlidir.

1 Haziran 1859 tarihli ikinci bir belgede ise, “…Mersin iskelesi saltanat-ı seniyyenin oldukca işlek bir iskelesi ve bendergâhı olup kadîmden ufak bir karye iken beş altı seneden berü bahren ve berren ticâreti revâc-pezîr olarak… denilmektedir ki, bu belgede de Mersin’in ticareten işlek bir iskele oluşunun 1853’lere kadar gittiği görülmektedir. Bu belgelere istinaden diyebiliriz ki; Kırım Savaşı, Amerikan İç Savaşı, Süveyş Kanalı’nın açılması gibi gelişmelerin etkileri öncesinde de Mersin, ticareten gelişim içinde olan bir iskele olmuştur. Bahsettiğimiz bu gelişmeler ise, yörenin kentleşme ve dış piyasalara açılma sürecini hızlandırma ve bu gelişmenin sürekliliği yönünde oldukça etkili olmuşlardır.

Döneme ait belgelerde, Mersin İskelesi ve civarının 1850’lerin başlarında vakıf kurumu içinde anıldığı görülmektedir.  Yukarıda yer verdiğimiz 1 Haziran 1859 tarihli ikinci belgedeki; “…Mersin iskelesi saltanat-ı seniyyenin oldukca işlek bir iskelesi ve bendergâhı olup…… mevki‘-i mezkûr mîrâs-ı mehd-i ulyâ-yı saltanat-ı cihânbânî cennet-mekân vâlide sultân hazretlerinin evkâf-ı celîlesine tashîh buyrulmuş olduğundan…  şeklinde yer alan ifadelerden, Mersin İskelesi’nin bu tarihlerde Valide Sultan Vakfı tashihatında bulunduğu anlaşılmaktadır. Burada bahsi geçen Valide Sultan, “Bezm-i âlem Vâlide Sultân” olup, II. Mahmut’un ikinci eşi ve Sultan Abdülmecit’in annesidir. 

Yukarıdaki bilgiler ışığında diyebiliriz ki; Mersin, Osmanlı Devleti’nin son döneminde özellikle Sultan Abdülmecid saltanatı zamanında (1839-1861)  Adana’ya bağlı küçük bir balıkçı kasabası konumundan hızla sıyrılmaya başlamıştır. Mersin bu dönemden itibaren Osmanlı Deniz ticaretinde ciddi şekilde sahne almaya başlamıştır. Mersin’in sahillerinde bulunan iskelelerin devletleştirilmeleri, yeni iskeleler ilave edilmesi , Sultan II. Mahmut’un Hanımı, Sultan Abdülmecit’in Annesi Bezm-i Alem Valide Sultan’ın Mersin sahilindeki bugünkü liman bölgelerindeki kumluk arazilerini vakfeylemesi ve buralarda yapılan veya mevcut olan İskelelerin tadilat ve elden geçirilmesiyle birlikte deniz ticaretinde Mersin ismi duyulmaya başlanmıştır.  1850’li yıllarda başlayan hareketlilik ile beraber yüzyılın başlarında uluslararası deniz taşımacılığına elverişli limanın-rıhtımın yapılmasıyla birlikte Mersin, Osmanlı deniz ticaretinin yükselen bir değeri olarak karşımıza çıkar.  

Buraya kadar bahsettiklerimiz neticesinde şunları söyleyebiliriz; 19. yüzyılın başlarından itibaren deniz ticaretine dayalı bir gelişim içinde olan Mersin, bulunduğu coğrafyanın avantajları ve 19. yüzyılda Osmanlı Devleti’ne tesir eden iç ve dış dinamiklerin etkileriyle bir liman kenti kimliği kazanma doğrultusunda hızlı bir gelişim sürecine girmiştir. Bu bağlamda, 19. yüzyılda Doğu Akdeniz liman kentlerinin içine girdikleri hızlı gelişim sürecine özgü ortak özellikleri Mersin’de de takip etmek mümkündür. Ancak Mersin, ortaya çıkış süreci ile, var olan bir kentsel dokuya eklemlenme olmaksızın, tamamen yeni bir kent olarak ortaya çıkması özelliği ile bu diğer liman kentlerinden ayrı bir konumda olmuştur. Sahip olduğu limanın uzantısında, ticari ve yönetsel olarak birbirini destekleyen işlevlerin bir arada bulunduğu bir kentsel dokuya sahip olan Mersin, yörenin diğer liman kentlerinden farklı olarak, bir koy veya körfez oluşturmayan düz kıyı çizgisi ile doğrusal olarak gelişmiş ve diğer pek çok Ortadoğu liman kentinde olduğu gibi bünyesinde, ikinci bir ticaret merkezi gelişmemiştir. Bu husus, Mersin’in geleneksel Osmanlı kentinden ve diğer Doğu Akdeniz liman kentlerinden ayrılmasında da, gelişiminin ilk evresinde bir ticaret ve liman kenti kimliği ile var olmasında da etkili bir husus olmuştur.  

Write a comment:

*

Your email address will not be published.

© 2020 - Mehmet Mazak

logo-footer